Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.
Kısacası,
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR.Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.
Tüm bunların gerçekleştiğini, Darwinizm'in sihirli formülünün işe yaradığını ve hayali ilk hücrenin oluştuğunu varsaysak bile (ki bu bilimsel olarak mümkün değildir), Darwinistler yine çok büyük açmazlarla karşı karşıyadırlar. Darwinistlerin, bir hücrenin organellerinin her birinin üstlendiği görevleri, bir enzimin vücutta yaptığı görevleri, karaciğer, dalak, mide, akciğer, beyin gibi kompleks organların meydana gelişini ve işleyişini, daha da önemlisi iddia ettikleri şekilde tüm bunların başka canlılardan dönüşüm yoluyla kusursuz ve mükemmel şekilde mucize eseri var oluşunu açıklamaları gerekmektedir. Fakat Darwinistler, beklendiği gibi, açıklamaları imkansız olan bu konuların yanına bile yaklaşmazlar.
Çünkü en küçüğünden en büyüğüne organizmaların tümündeki muhteşem kompleksliği sahte Darwinist mekanizmalarla açıklayabilmek mümkün değildir. Tüm Darwinistler aslında yeryüzünde, gökyüzünde, tüm canlıların ve insanın yaratılışında açıkça bir mucize olduğunun farkındadırlar. Döllenmiş bir hücrenin bölünerek 100 trilyon hücreden oluşan mükemmel bir insan bedenini meydana getirmesini, bunların 30 trilyonunun insan beynini meydana getirmek üzere özelleşip ayrılmasını, bunların içinde 120 trilyon bağlantı yapan 12 milyar beyin hücresinin mükemmel şekilde çalışmaya başlamasını ve tüm bunların sonucunda, ortaya düşünebilen, varlığının farkında olan mükemmel bir canlının çıkmasını Darwinist aldatmaca yöntemleriyle açıklayamayacaklarını kendileri de bilmektedirler.
Bilim yazarı ve gazeteci Fred Heeren, Darwinistlerin de gözlerinin önünde olan bu gerçeği şu sözlerle açıklamaktadır:
Apaçık olan gerçek oldukça anlaşılırdır. Mantıklı çıkarım; gördüğümüz her şeyin çok büyük, doğa üstü bir sebep gerektiren bir sonuç olduğudur. Güneş ve yıldızlar, Ay ve bu Dünya bir şeylerden kendi kendilerin meydana gelmiş değildirler. Bu mantıksızdır - yalnızca Batı mantığı için değil, tüm insan mantığı için mantıksızdır. Evrendeki her hadise buna sebep olan şey ile bağlantılı olarak açıklanabilir. Ama söz konusu hadise evrenin kendisinin nasıl ortaya çıktığı olduğunda, bunun evrenin içinde bir açıklaması yoktur. Burada artık doğaya ait bir açıklama yoktur.
Kuşkusuz evrenin tamamına, yere ve göğe, tüm canlı varlıklara hakim olan, onların tümünü yaratan Yüce Allah'tır. Allah, tek bir hücrede yarattığı muhteşem alem içinde öyle kompleks bir düzen var etmiştir ki, bunun değil tesadüflerle, insan becerisi, yeteneği ve aklı ile bile açıklanması imkansızdır.
İşte Darwinizm'in en büyük açmazlarından bir tanesini bu gerçek oluşturmaktadır. Darwinistler, bir konuda açıklamasız kaldıklarından, genellikle "geçiştirme" politikası uygularlar. Evrim teorisinin sahte mekanizmalarını sayar, fakat bunların nasıl bir sözde evrim meydana getirdiğine dair hiçbir bilimsel açıklamada bulunamazlar. Evrim teorisi, kendi açıklamaları içinde boğulmuştur, fakat okuyucuya bunu fark ettirmemeye çalışırlar. Oysa evrimci biyolog ateist Richard Dawkins'in aşağıdaki itiraflarından da anlaşılacağı gibi, evrimin temel açmazları Darwinistler tarafından çok iyi bilinmektedir:
Doğa, dezavantaj oluşturmalarına rağmen bir dizi mutasyonu bir araya getirerek, bir canlı soyu için genel anlamda en ideal gelişime ulaşacak yolu belirleme öngörüsüne sahip değildir.
Karadan, denize geçen bir neslin hareket sisteminde olduğu kadar, solunum sisteminde değişikliklere ihtiyacı olacağı muhtemeldir, fakat bunların arasında doğası gereği bir bağlantı olduğunu düşünmek için makul bir neden bulunmuyor. Yürüme uzuvlarını yüzgeçlere dönüştüren gidişat, neden oksijen alımı için akciğerlerin verimliliğini artıracak eğilimler ile ilişkili olmalı? Elbette aynı anda adaptasyonu gerçekleşen bu eğilimlerin, embriyolojik mekanizmaların tesadüfi bir sonucu olarak bağlantılı hale gelmesi olasıdır, fakat bu ilişkinin negatif yerine pozitif sonuç vermesi pek muhtemel değildir.
Günümüzün en tanınmış ateistlerinden olan Richard Dawkins bile, canla başla savunduğu evrimin hiçbir mekanizmasının sözde evrime delil teşkil etmediğini açıkça itiraf etmektedir. Dawkins, bu sözleriyle, mutasyonların hiçbir faydalı sonuç veremeyeceğini ve bir canlının sudan karaya geçişi için gereken dönüşümlerin oluşmasının imkansız olduğunu ifade etmek zorunda kalmıştır. Dawkins'in bu itirafları, bilimsel hiçbir delili olmayan sapkın Darwinizm dininin nasıl körü körüne savunulduğunu teyid eder niteliktedir.
Dawkins kitabında aynı zamanda Nobel ödülü sahibi immünolog Profesör Sir Peter Medawar'dan da konuyla ilgili bir alıntı yapmıştır:
'... elimizde evrimsel gelişim ile ilgili ikna edici bir tarif bulunmuyor…'
Temel açmazların gözardı edilmesi, elbette konu hakkında eğitimsiz olan kişiler üzerinde etkili olmuş olabilir. Fakat insanlar evrim teorisi hakkında bilgilendikçe, konu edilmeyen bazı gerçekler, kasıtlı olarak atlanan detaylar ve örtbas edilmeye çalışılan temel konulara ilişkin sorular sormaya başlayacaklardır. Bugün bazı ülkelerin okullarında, ABD'nin çeşitli eyaletlerinde ve Avrupa'da yaşanan durum budur. Öğrenciler, körü körüne bir eğitim almayı reddetmekte, bu temel açmazlar konusunda eğitmenleri ile çeşitli tartışmalara girmekten çekinmemektedirler. Deccalin insanları aldattığı dönem sona ermiştir. Darwinizm'in temel açmazları insanların dikkatini çekmekte, bütün bunlar için bir açıklama beklemektedirler. Darwinistlerin bu konudaki uzun süren sessizliği, Darwinizm yanlılarını bile şüpheye düşürmüş, insanlar Darwinizm dışında bir açıklama arayışına girmişlerdir. Elbette Darwinizm büyüsünden kurtulan her kişi, akıl ve şuur sergileyen, muhteşem komplekslikteki canlılığın yaratılmış olduğunu açıkça görmektedir.
Darwinizm açmazdadır, çünkü canlılar evrimleşmemiş, yaratılmışlardır. İnsanlar, artık bunu açıkça görmekte; akıllarıyla ve vicdanlarıyla bu gerçeği kabul etmektedirler. Allah yüce kudreti ile her şeye kadir olduğunu ve Darwinizm'in sahte ilahlarının hiçbir gücü olmadığını ayetlerinde şu şekilde belirtir:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. fiüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 73-74)
]]>
Yukarıdaki bu resmin ve yapılan bu şok edici propagandanın tek kaynağı ise YALNIZCA BİR SERÇE PARMAĞI KEMİĞİ FOSİLİ idi.
Geçmişte de Darwinistler tek bir domuz dişinden yola çıkarak, hayali Nebraska adamının, üstelik ailesiyle sosyal ortamda resmini çizmekte sakınca görmemiş ve bununla insanın hayali evrimine çok büyük bir ışık tuttuklarını iddia etmişlerdi. Darwinizm’in çöküşünün artık açıkça ilan edildiği 2010 yılında Darwinistler, bu defa küçük bir çocuğa ait bir serçe parmağı fosilinden bir hayat hikayesi kurgulayacak hatta üçüncü bir tür ilan edecek kadar ileri gitmişlerdi.
Darwinistlerin aciz senaryolarına bir örnek daha...
Darwinistlerin bu hikayeye başvurmalarındaki tek gerekçe yaklaşık 40.000 yıllık bu fosilin Asya’da, Altay Dağlarında bir Sibirya mağarasında bulunmasıdır. Afrika’dan Asya’ya gelmiş olduğunu iddia ettikleri bu fosil, aşağıda detayları açıklanan mitokondriyel DNA analizleri sonucunda başka bir soydan gelmiş görünmekte, fakat bu durum, Darwinistlerin Afrika’dan göç iddialarını dayandırdıkları sahte senaryoya uymamaktadır. Darwinistler yıllardır, bulunan fosillerle sürekli yalanlanan Neandertal ve Homo sapiens olarak adlandırdıkları insan türlerinin Afrika’dan Asya’ya göç hikayesini kendilerince bir mantığa yerleştirmeye çalışırken, farklı bir insan soyunun Darwinistlerin karşılarına çıkması onlar açısından oldukça şok edicidir. İşte bu sebeple Darwinistler söz konusu fosili “üçüncü bir insan türü” olarak tanımlamışlardır.
Tek bir parmak kemiğinden oluşturulan bu senaryo, çocukların dahi inanamayacağı acizlikte bir iddiadır. Fakat söz konusu haber, Darwinist yayınların tümünde şaşırtıcı bir ciddiyetle verildiği ve çeşitli bilimsel terimlerle süslendiği için burada söz konusu mantıksız iddianın geçersizliğini gösteren gerçek bilimsel delilleri sunmak yerinde olacaktır.
Üçüncü Türe Delil Gösterilen Akıl Almaz Gerekçe: Mitokondriyal DNA Analizleri:
Darwinistler bir serçe parmağı kemiğini, bu şaşırtıcı üçüncü tür hikayesine dayanak gösterebilmek için yine bilimsel aldatmacalara sığınmışlardır. Adı geçen yayınlarda insanları bu konuda aldatabilmek amacıyla sanki söz konusu iddianın genetik ve dolayısıyla bilimsel bir delili varmış gibi gösterecek özel terimler seçilmiştir.
Öncelikle bir canlının genetik bilgisine ulaşabilmek için hücresindeki DNA’sına sahip olmamız gerekir. Fosili bulunan söz konusu canlının ise DNA’sı hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. DNA’sı olmadan bir canlının neye benzediği, nasıl göründüğü, anatomik yapısının nasıl olduğu gibi bilgilere ulaşabilmemiz mümkün değildir. Nitekim bu haberin yayınlandığı National Geographic internet sitesinde de, elde edilen veriden yola çıkılarak, canlının iskelet yapısı, görünümü, beyin gücü, kas yapısı, kısaca canlıya ait hiçbir özellikten bahsetmenin mümkün olmadığı açıkça ifade edilmiştir.1
Söz konusu fosil ile ilgili yapılan şamatanın tek kaynağı Darwinistlerin, söz konusu canlının mitokondriyal DNA’sına ulaştıkları yönündeki asılsız iddialarıdır. Mitokondriyal DNA (mtDNA), canlı hücresindeki mitokondride bulunan ve hücre içindeki ana DNA’dan farklı, yalnızca mitokondriye ait olan DNA’dır. Dolayısıyla mtDNA analizleriyle bir canlının genetik bilgisine veya fiziksel özelliklerine ulaşabilmek mümkün değildir. Darwinistler, mtDNA analizleriyle canlının atalarını saptayabileceklerini düşünürler. Darwinistlerin iddiası bu yöntemle, canlının farklı bir soydan geldiğini, Afrika’dan çıkıp 40.000 yıl önce Asya’ya giden yeni bir tür olduğunu ve mtDNA analizi ile canlının atalarının daha kapsamlı şekilde tespit edilebileceği şeklindedir. Oysa hikaye de yöntem de hayalidir.
Şöyle ki,
Uzun yıllar boyunca Darwinistler, hücrede enerji sağlamakla görevli ve kendi DNA'sına sahip bir organel olan mitokondrinin sadece anne tarafından aktarıldığını, böylelikle mitokondriyal DNA parçalarındaki değişimlerin anne, anneanne, büyük anne vs. sıralamasıyla en eski ataya kadar izlenebileceğini öne sürmüşlerdir. Bu yolla bir canlının mtDNA analizlerine bakarak soyunun tek koldan doğrudan takip edilebileceğini ve böylelikle hayali ilk insansının başlangıç noktasının nerede olduğunun bulunabileceğini iddia etmişlerdir.
Fakat mtDNA hakkındaki bu Darwinist iddialar, ilki 1999 ikincisi 2002 yılında yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda tamamen yalanlanmıştır.
Darwinistlerin mtDNA Hakkındaki İddialarını Yalanlayan Bilimsel Deliller
1999 yılında Proceedings of the Royal Society dergisinde yayınlanan iki ayrı makalede mtDNA konusundaki Darwinist varsayımların geçersizliği ortaya konmuştur. Malezya'nın küçük bir adasında yaşayan insanların hücrelerinde babadan aktarılmış mitokondrilere rastlanmıştır. Nature dergisi, Darwinist bir yayın organı olmasına karşın bu bulguların "mitokondriyal DNA varsayımlarını haksız çıkardığını" itiraf etmiştir.2
Benzer bir haber 2002 yılında New Scientist dergisinin internet sitesinde yayınlanmış ve Danimarkalı bir hastanın mitokondrilerini %90 oranında babadan aldığının anlaşıldığı bildirilmiştir. Söz konusu yayında, bunun, evrim biyologlarının varsayımlarına vurduğu darbe ile ilgili olarak, “Mitokondriyal DNA'nın nadiren de olsa babadan aktarılması, çalışmalarının çoğunu geçersiz kılmaya yeterli olacaktır" ifadesi yer almaktadır.3
Son olarak, Annals of Human Genetics dergisinde çıkan bir yazıda da bugüne kadar Darwinistlerin başvurduğu mitokondriyal DNA veri bankalarının hatalı işlenmiş bilgilere dayandığı bildirilmektedir.4(Mitokondriyal DNA hakkındaki söz konusu bilgilerin detaylarını buradan ve buradan okuyabilirsiniz.)
Görüldüğü gibi mtDNA hakkındaki genel Darwinist inanış özellikle son on yılda gerçekleşen araştırma sonuçları ile yalanlanmış bulunmaktadır. Fakat Darwinistler, dünyanın en tanınmış Darwinist bilim dergilerinde çıkan bu haberleri ısrarla yok saymakta ve hala sözde ortak köken iddialarını mtDNA analizlerine dayandırmaya çalışmaktadırlar.
Dolayısıya bulunan kemik parçası üzerinde mtDNA yöntemine dayanarak ortaya atılan “üçüncü tür” tanımlaması, tümüyle aldatıcıdır.
Farklı Bir Soy Neden Darwinistleri Bu Kadar Endişelendiriyor?
Bu sorunun tek bir cevabı vardır: Darwinistler tamamen hayali bir senaryo dahilinde masallar üretirler. Onlara göre belli zaman aralıklarında hayali ortak atadan türemiş olan hayali insansılar var olmuş ve nihayet geriye bugün Homo sapiens kalmıştır. Şimdiye kadar iddialarının tek bir tanesini bile kanıtlayamamış olan Darwinistler için hikayelerini altüst edecek yeni bir kol, onlar için yepyeni bir açmaz, yepyeni bir sıkıntı demektir.
Bu yeni buluş ile ilgili asıl gerçekler ise şunlardır: Bulunan serçe parmağı fosili, bir insana aittir. Bu insan günümüz insanının aynısıdır. Şu an dünyada nasıl farklı insan ırkları – eskimolar, zenciler anglo-saxonlar, Kafkasyalılar vs. – varsa, o dönemde de aynı şekilde farklı türler bulunmaktadır. Bu canlı da o dönemde yaşayan ırklar arasından birini temsil etmektedir. Söz konusu fosilin yanında bulunan bilezik gibi süs eşyaları da, bu canlıların günümüzden yaklaşık 40.000 yıl önce aynı günümüzdeki şekilde süs ve estetik anlayışına sahip olduklarını açıkça göstermektedir. Fosil ile ilgili araştırmayı yürüten Almanya’daki Max Planck Enstitüsü Evrimsel Antropoloji bölümünden Johannes Krause, söz konusu bulgular ile ilgili BBC News’e şu açıklamayı yapmıştır:
Elimizde çeşitli süsler var, bir bilezik bulduk, dolayısıyla fosilin bulunduğu katmanda genellikle modern insan arkeolojisi ile ilişkilendirilen çeşitli elementler bulunmakta.5
Nitekim Neandertaller de bu insan ırklarından biridir. Darwinistler Neandertallerin sözde ilkel insanlar olduklarını iddia ederler. . Oysa onlar, günümüz insan ırklarından farksızdırlar. Haklarında yapılan spekülasyonların tek dayanak noktası bu ırkın soyunun tükenmiş olmasıdır. Tıpkı soyu tükenmiş maymun türlerinin Darwinist aldatmacaya sürekli olarak malzeme olması gibi, bu insan ırkı da soyu tükendiği için sürekli Darwinist aldatmacadan nasibini almaktadır.
Neandertaller ile ilgili Darwinist aldatmacaların geçersizliğine dair cevabımızı buradan ve buradan okuyabilirsiniz.
Söz konusu haberlerde bu farklı insan türleri iddiasına delil olarak gösterilen, geçersizliği defalarca bilimsel delillerle, üstelik de Darwinist kaynaklarda açıklanmış olmasına rağmen hala ısrarla spekülasyon malzemesi olarak kullanılan Flores adamı da gündeme getirilmiştir. Flores adamının hastalık geçirmiş olan günümüz insan türlerinden birine ait olduğu bugün artık bütün dünya tarafından bilinmektedir. Söz konusu iddia ile ilgili cevabımızı da buradan okuyabilirsiniz.
Mitokondriyi, DNA’yı, DNA’nın İçindeki Tek Bir Proteini Açıklayamayan Darwinistler ve Çaresiz Spekülasyonları
Darwinist aldatmacaları ortadan kaldıran tüm bu bilimsel açıklamaların ardından, tek bir parmak fosilini alıp yaygara çıkaran çaresiz Darwinistler ile ilgili önemli bir gerçeği hatırlamakta fayda vardır: Darwinistler şu an halen, o fosilleşmiş kemiğin içindeki mitokondrinin içinde bulunan DNA’nın TEK BİR TANE PROTEİNİNİ BİLE AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.
Tek bir protein karşısında bu kadar acizken, henüz hayatın başlangıcı ile ilgili senaryolarını açıklayamazken nasıl hala insan türleri hakkında spekülasyon yapabilmekte, tek bir serçe parmağı fosilinden bir insan resmi ortaya çıkarabilmekte, onun hakkında çocukları güldürecek mantıksızlıkta bir hikaye üretebilmektedirler? Tek bir serçe parmağı fosili üzerinden yapılan bu yorum o kadar şaşırtıcı bir yorumdur ki, normal şartlarda böyle bir iddiayı savunmak olağanüstü derecede küçük düşürücü olmalıdır. Fakat 150 yıldır tüm dünyayı aldatmış olan Darwinist telkin, böylesine mantıksızlıkları kendilerince makul hale getirmiş durumdadır. Yıllarca,
- tek bir proteini laboratuvarda üretemediği halde çamurlu suda ilk hücrenin kendi kendine meydana geldiğini savunan,
- genetik bilgi eklenmesinin mümkün olmadığını, mutasyonların öldürücü olduğunu bile bile tüm türlerin tesadüfi mutasyonlarla birbirine dönüştüğünü iddia eden,
- maymunu (veya yeni iddialarına göre maymunun da atası olan garip bir mahluku) ataları olarak kabul eden,
- ve asıl olarak da yeryüzündeki tüm muhteşem canlı çeşitliliğinin ve moleküler düzeyde hayranlık uyandırıcı kompleksliğin tamamen TESADÜFLERE ait olduğunu anlatan Darwinistler,
hala bunlar kadar mantıksız iddialar ortaya atabilmektedirler. Böylesine bir hikaye, dünyanın en tanınmış dergilerinde, internet sitelerinde, kıdemli bilim adamları tarafından oldukça sakin bir şekilde anlatılmaktadır. Söz konusu profesörler konu hakkında konferanslar vermekte, insanlarla birebir muhatap olarak, onların yüzlerine karşı bu akıl almaz hikayeyi pervasızca anlatmaktadırlar. Tek bir parmak fosilinden türettikleri utanç verici insan resimlerini, büyük bir gururla, hiç çekinmeden göstermektedirler.
Darwinist İddiaları Yok Etmek İçin Darwinistlerden Tek Bir Proteinin Oluşumunu Açıklamalarını İstemek Yeterlidir
Şimdi Darwinistler bu tür mantıksız izahları bir propaganda malzemesi yaparak ortaya çıktıklarında onlardan yalnızca tek bir proteinin oluşumunu açıklamalarını istemek yeterlidir. Evrim bir yalan olduğu için Darwinistlerin getirdikleri tüm iddialar, yukarıda da görüldüğü gibi çok detaylı bilimsel delillerle, hemen çürütülmektedir. Fakat asıl evrimle ilgili her şeyi bitiren, Darwinistleri baştan susturan konu, bir proteine dahi açıklama getirememeleridir.
Artık Darwinistler için meydan boş değildir. Ürettikleri her yeni hikayede mutlaka karşılarına bilimsel deliller çıkarılacaktır. Her defasında onlara bir proteinin bile teorilerini yıktığı hatırlatılacaktır. Konu hakkında detaylı bilgisi olmayan bazı insanlar, Darwinistlerin proteinleri ileride açıklayabileceklerini düşünüp yanılıyor olabilirler. Şu anda proteinlerle ilgili keşfedilen her yenilik, bu yapının tahayyül edebileceğimizden çok daha fazla kompleks olduğunu ve insanın yeteneklerini aşan bir düzen ve disipline sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla her yenilik, Darwinizm’e yepyeni bir darbe vurmaktadır. Zaman ve bilim sürekli olarak Darwinistlerin aleyhine işlemektedir.
Darwinist oyunlar, asla başarıya ulaşamaz. Çünkü bu Yüce Allah’ın kanunudur. Bu sahte teori, tüm dünyada, mutlaka büyük bir hüsran ve başarısızlıkla haşmetli bir yıkıma uğrayacaktır. Rabbimiz bu yıkılışın delillerini şu anda bize sayısız ve ihtişamlı şekilde göstermektedir. Yüce Allah’ın yarattığı kader, en güzel şekilde tecelli edecektir.
Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah'ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ancak onların çoğu bilmezler. (Yunus Suresi, 55)
1 “New Type of Human Discovered via Single Pinky Finger”, National Geographic
2 Fathers can be Influential too, 18 Mart 2003: http://www.nature.com/nsu/990318/990318-5.html
3 Mitochondria can be inherited from both parents , 23 Ağustos 2002: http://www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99992716
4 Forster, P. M., Annals of Human Genetics, 67, 2-4, 2003 - Error reports threaten to unravel databases of mitochondrial DNA, Carina Dennis: http://www.nature.com/cgi-taf/DynaPage.taf?file=/nature/journal/v421/n6925/full/421773a_fs.html
5 DNA identifies new ancient human dubbed 'X-woman', http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/8583254.stm
Darwinist iddiaların tamamı sahtedir. Bu gerçek, bilimsel delillerle çalışmalarımızda detaylı açıklanmıştır. Yapılan spekülasyonların geçersizliğini bir kere daha göstermek adına bu cevap yazılmaktadır. Fakat asıl olarak Darwinizm tek bir protein karşısında bitmiştir. Sahte Darwinist iddialarla karşı karşıya kalındığında mutlaka öncelikli olarak bu gerçek akılda tutulmalıdır.
Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar?Artık Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (Nahl Suresi, 73-74)
Burada şunu hatırlatmak gerekir: Yıllardan beri tüm Darwinist iddialarda ortaya konan bütün sahtekarlıklar, anında ve itiraz edilemez bilimsel delillerle, bu sayfalarda ortadan kaldırılmıştır. Özellikle son aylarda gündeme getirilen tüm sahte dino-kuş fosilleri ile ilgili iddialar da, Darwinist sahtekarlıkların tüm detaylarıyla ortaya çıkarılmasıyla keskin şekilde susturulmuştur. Darwinistler, bu bilimsel delillere itiraz edememişlerdir. Evrim savunucularının, insanları aldatabilmek için fosil üzerindeki pek çok bulguyu çarpıtarak gündeme getirdikleri, mükemmel dinozorları kuşa çevirebilmek için olmadık aldatmacalara yer verdikleri açıkça deşifre edilmiştir. Fakat yenilginin dehşetini ve paniğini yaşayan Darwinistler, aldatmanın da başka yolunu bilmediklerinden, hali hazırda yine aynı ilkel yöntemleri kullanmaktan çekinmemektedirler.
İşte bunların son örneği Haplocheirus sollers adı verilen, Çin’de bulunan, 3 m uzunluğundaki 160 milyon yıllık bir dinozor fosilidir. Bu fosil ile ilgili Darwinistlerin en büyük iddiaları ise, canlının kanatlarında tüy olduğu, yani dinozorun kuşlaşmaya başladığı iddiasıdır. Bu imkansız ve sahte iddia, ülkemizdekiler de dahil olmak üzere Darwinist bilim dergilerinin hepsinde bilimsel terimlerle, sahte yorumlarla, sahte çizimlerle adeta bir gerçekmiş gibi yer almıştır.
Darwinistler şu çağrımızı dikkate almalıdırlar: Sahte evrim teorisi hakkında akla mantığa sığmayan açıklamalar yapmadan, yalanlara başvurmadan önce, TEK BİR TANE PROTEİNİN NASIL OLUŞTUĞUNU AÇIKLAMALIDIRLAR. Bunu yapmadan, fosiller üzerinde sahtekarlıklar yapmakla boşuna uğraşmasınlar. Darwinistler şunu da unutmamalıdırlar: Darwinistlerin tek bir proteini açıklayamadıkları gerçeği tüm dünyaya ilan edilmişken, artık insanları sahte dino kuş haberleriyle aldatmaları mümkün değildir. Dünyada artık insanların büyük bir bölümü evrim teorisi ile alay etmektedir. Sahtekarlık artık sonuç vermemektedir. Yüce Allah’a olan inanç, tüm dünyada gitgide yükselmektedir ve Allah’ın izniyle yükselmeye devam edecektir. Bu yüzyıl, Allah’a iman yüzyılı olacaktır. Darwinistlerin 19. yüzyılda elde ettikleri sahte zafer, 21. yüzyılda tamamen yok olup gitmektedir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah’ın dilemesi dışında bu gerçeği değiştirebilecek hiçbir güç yoktur.
]]>Darwinist yayınların neredeyse tümünde görmüşsünüzdür. Yıllar boyunca Nebraska Adamı neredeyse en önemli evrim delili olarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Bu hayali varlığı tanıtan yazıların hemen yanı başında da çok tanıdık bir resim bulunur. Hafif eğik yürüyüşlü bir maymun adam, karısı, yaşadığı ortam, elinde avlanacağı silah vs. Resim o kadar detaylıdır ki, söz konusu hayali varlık hakkında zihinlerde yeterli görünüm oluşmuştur. Fazla araştırma imkanı olmayan, konu hakkında bilgisiz okuyuculara yönelik olarak Darwinist amaca ulaşılmıştır. Darwinist aldatmacanın farkında olmayan okuyucular, ailesiyle birlikte ilkel bir ortamda yaşayan bir maymun adamın varlığına kolaylıkla ikna olmuşlardır.
Doğa tarihi müzelerine gidildiğinde, zaten genellikle fosillerden ziyade bu sahte çizimler veya hayali maket varlıklar insanlara sergilenir. Darwinistler fosilleri gösteremezler, çünkü fosillerin tümü mükemmel canlılara aittir. Fosillerin tamamı, canlıların milyonlarca yıl öncesinde de, tam ve eksiksiz, mükemmel canlılar olduklarını göstermektedirler. Dahası fosiller, günümüz canlılarının milyonlarca yıl önce de var olduklarını ve hiçbir şekilde değişmediklerini de göstermektedirler. İşte bu durum, paleontoloji müzelerinin tek kaynağı olması gereken fosillerin devre dışı kalmasına sebep olmuştur. Fosillerin tümü yaratılış gerçeğini ispat ettiğinden Darwinistler tam 300 milyon fosili saklamışlardır. Asla sergilememiş, insanlara göstermemişlerdir.
Bu bilinen taktik, Darwinistler tarafından son derece açık bir şekilde uygulanmaktadır. Sahtekarlık yapan, bir aldatmacayı savunan, akla ve mantığa aykırı olan, aldatan taraf Darwinistler olmasına rağmen, mantığa uymayan fikirler savunanların evrimi inkar edenler olduğuna insanları ikna etmeye çalışırlar. Darwinistler, insanları bu yalana ikna ederlerse, insanları yeterince iyi ve etkili bir şekilde yönlendirirlerse başarıya ulaşacaklarına inanırlar. Bu şeytani taktiğin mutlaka kendi faydalarına döneceğini ve tüm yaptıkları sahtekarlıkları örtbas edeceğini düşünürler. Oysa unuttukları önemli bir gerçek vardır: Batıl olan hiçbir zaman üstün gelmez. Bu Allah'ın kanunudur. Yüce Rabbimiz olan Allah'ın adaleti mutlaka yerini bulacaktır. Doğru olan ile aldatmacaya sığınanı bilen Yüce Allah, mutlaka batıl olanı ortadan kaldıracak ve hak olanı pekiştirecektir. Darwinist taktikler deccalin bir oyunudur ve tüm varlıklar gibi deccal'i de yaratan Allah, onun bütün oyunlarını yerle bir edecektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Amirim beni ofisine çağırdı ve "Yaratılışı öğrettiğin için seni disipline etmem gerekiyor" dedi. ... O sömestrin sonunda işimi kaybettim.
Evrimdeki problemleri öğrettiğimden dolayı George Mason Üniversitesi'ndeki işimi kaybettim. Bir çok bilim adamı evrimi sorguluyor, ama konuşurlarsa işlerini kaybederler.Caroline Crocker, işini kaybetmesinin ardından kara listeye alınmış ve Darwinist diktatörlük tarafından hiçbir yerde iş bulmasına izin verilmemiştir
(Yaratılış konusu gündeme geldiğinde) insanlar öfkeleniyordu. Öyle ki, onların fiziksel olarak tepki verdiğini görebiliyordunuz. Bölüm şefinin bu konuyu ifade etme şekli ise (Yaratılışın daha inandırıcı olduğunu söylediğim için), benim entelektüel bir terorist olduğum yönündeydi.
Pek çok blogdan pek çok kişi bana ağıza alınamayacak isimler taktılar. Pek hoş olmayan oldukça fazla yorum aldım. Çalıştığım üniversiteden ve başka yerlerden insanlar beni aradılar ve bana emekli olmamı tavsiye ettiler. Darwinist teoriyi eleştirdiğimde farkına vardığım ve beni gerçekten şaşırtan şey, bu konudaki gaddarlık, saldırganlık ve adilik idi.
Eğer yüksek notlar almak istiyorsanız, yüksek mevkilere seçilmek istiyorsanız ve eğer halka yönelik bilimsel eğitim sisteminin destekçisi olarak çeşitli ödüller almak istiyorsanız, (evrim) modelini sorgulayamazsınız.
Düzinelerce, düzinelerce bilim adamı ile röportaj yaptım. Kendi aralarında iken veya güvendikleri bir gazeteci ile konuştuklarında, "bu indirgenemez komplekslikte" veya "moleküler biyoloji kriz içinde" gibi ifadelerde bulunuyorlar, ama bunu toplum içinde açıkça dile getiremiyorlar.
Eğer bu konuya (yaratılış), herhangi bir şekilde biraz bile güven gösterirseniz, ki bunun için sadece bu konuda bir şeyler yazmanız bile yeterlidir, o zaman bir gazeteci olarak tamamen bitersiniz.Filozof Stephen Meyer, DNA'daki bilginin tesadüfle açıklanmasının mümkün olmadığını, bunun ancak üstün bir aklın eseri olduğunu açıklayan fikrini kanıtlarıyla birlikte biyoloji dergisinde yayınladığında, Darwinistler derginin editörünün kariyerini mahvetmek istemişlerdir.152 ACLU (American Civil Liberties Union - Amerikan Kişisel Özgürlükler Birliği), Georgia eyaletinde bulunan Cobb şehrindeki okullara, ders kitaplarının üzerindeki "açık zihinle, dikkatli inceleyerek ve eleştirisel şekilde değerlendirerek" evrim üzerinde çalışmaları konusunda uyaran etiketlerden dolayı dava açmıştır. California Lebec'de Americans United for Separation of Church and State (Kilise ile Eyaletin ayrılması için Birleşen Amerikalılar) kurumunu temsil eden aileler okulları, evrim ve yaratılış konusunda seçicilik uygulamasını yalnızca önermesinden dolayı dava etmiştir. Pennsylvania Dover'de ACLU ve Americans United for Separation of Church and State tarafından desteklenen küçük bir grup, dokuzuncu sınıf biyoloji sınıflarında yaratılış gerçeğinin tartışılmasını engellemek için dava açmıştır. Hakim, bu aileler lehinde karar vermiş ve okula davacının kanuni hakkı olan bir miktar parayı ödeme zorunluluğu getirilmiştir. Bu miktar muhtemelen bir milyon doları geçmektedir.
Dover olayından sonra ACLU davaları ile iflas etme riskine girmek istemeyen hiçbir okul yaratılış kelimesini ağzına bile almaya cesaret edemedi. Darwinistler tapınaklarının, yani devlet okullarının, seküler kutsallığını muhafaza etmişlerdi. Bilimde, iknada ve kanıtta kazanamamışlardı. Liberallerin her zaman kazandıkları yöntemle kazanmışlardı: Onlara her istediklerini gümüş bir tepside getiren bir mahkeme bularak.Bu bilim değildir.
Eğer canlı bir madde, atomların karşılıklı etkileşimleri, doğa olayları, radyasyon etkisiyle oluşmadıysa, o halde nasıl meydana gelmiştir? ... Sanırım bizler, ... tek makul açıklamanın yaratılış olduğunu itiraf etmeliyiz. Bunun fizikçilerin aforoz edilmesi anlamına geldiğini biliyorum, bu benim için de aynı şekilde geçerlidir, ama eğer deneysel kanıtlar bunu destekliyorsa, hoşumuza gitmeyen bir bilgiyi reddedemeyiz.Lipson'un sözlerinde ifade ettiği Darwinist afarozla pek çok bilim adamı, akademisyen ve eğitmen sık sık karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, 1999 yılında Detroit'de bir yüksek okulun müdürü kütüphaneye Darwinizm'i eleştiren bazı kitapları koymak istediğinde NCSE (National Center for Science - Ulusal Bilim Eğitimi Merkezi) buna, her türlü yıldırma yöntemini kullanarak, şiddetle karşı çıkmıştır.
NCSE okul idarelerine, "evrimin bilimsel açıdan tartışmalı olmadığını, dolayısıyla ona karşı ileri sürülen savların bilim müfredatına bilimsel olmayan dini görüşleri sokma çabasının ürünü olduğunu" söylemektedir. Amerika mahkemeleri halk okullarında din eğitimi vermenin makul olmadığını ilan ettiği için, bu, okul idaresinin yasadışı bir şey yapmayı tasarladığını savunan bir uyarı anlamına gelmektedir. Eğer uyarıya uyulmazsa, NCSE, ACLU'ya başvurur, destek almak için. ACLU da okul idaresine bir yazı göndererek pahalı bir dava tehdidiyle ona gözdağı verir. Ülkedeki her okul idaresi parasal açıdan durumu idare etmeye çalıştığı için, NCSE ve ACLU'nun verdiği bu gözdağı, Darwinci evrimin devlet okullarında eleştirilmesinin önüne geçilmesinde oldukça işe yaramıştır.
Kapının girişindeki levhada şunlar yazılıydı: "Neden bu kadar çok farklı canlı olduğunu hiç merak ettiniz mi? Bir görüşe göre bugün gördüğümüz bütün canlı varlıklar, aşamalı değişimlerle uzak bir atadan gelmişlerdir. Evrim nasıl meydana gelmiştir? Türler nasıl birbirlerinden değişmişlerdir? Bu salondaki sergi bunun muhtemel bir açıklamasına göz atmaktadır - Charles Darwin'in açıklamasına."Yandaki tabelada ise şunlar yazıyordu: "Diğer görüş ise tüm canlı varlıkları mükemmel ve değişmez şekilde Allah'ın yarattığı görüşüdür." İlişikteki broşürde ise şu itiraf yer almaktaydı: "Doğal seleksiyonla evrim kavramı, kelimenin tam anlamıyla bilimsel değildir."
... Bu baskının sonucunda müze teslim oldu ve bu (sözde) "saldırgan" ifadeleri kaldırmak zorunda kaldı.
Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır.Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
Gece ile gündüzün ard arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-5)
]]>Gerçek şu ki, şaşırtıcı sayıda biyolog, Darwinizm'in büyük bazı savlarından sessizce kuşku duymakta veya onları reddetmektedir. Ancak -en azından Amerika'da- onlar ağızlarını kapalı tutmak zorundalar aksi halde, kınamaya, marjinalleşmeye ve sonunda bilimsel camiadan ihraç edilmeye maruz kalırlar. Bu çok sık olmasa da, böyle bir riskin bulunduğunu herkese hatırlatacak orandadır. Umarım, Darwinistlerin karşıt görüşlere uyguladıkları sansürün etkisiyle gözleri açılan biyologlardan oluşan ve sayıları giderek artan bir yeraltı camiası oluşur. İzole edilmiş muhalifler, kaç tane meslektaşının da aynı şekilde düşündüğünü fark etmeye başladığında, onların sayıları giderek artacak ve sesleri daha gür çıkmaya başlayacaktır.
Evrim teorisini tartışmaktan kaçınmak için, Darwinizm çılgınları sürekli olarak (kendilerince sözde) gereksiz gerçekleri sanki bir yedek parça gibi tartışmanın dışına iterler. Evrimi reddetmenin sanki Güneş'in doğudan doğmasını reddetmek gibi bir şey olduğuna dair bir izlenim oluştururlar.
Bizlere dogmatik olarak evrimin kabul edilmiş bir gerçek olduğu söyleniyor. Ama bunu kimin, hangi yollarla kabul ettiği hiçbir zaman söylenmiyor. Bizlere sıklıkla bu doktrinin kanıt üzerine kurulu olduğu söylenmekte ve bu kanıtın da "bundan sonra yapılacak olan tüm doğrulamaların üzerinde olduğu ve aynı şekilde deneylerle elde edilen sonraki tüm yalanlamalardan muaf olduğu" belirtilmektedir. Ancak bizler, bu kanıtın tam olarak nerede olduğu gibi önemli bir soru karşısında tamamen karanlıkta bırakılmaktayız.
Darwinci tutuculuktan şüphelenmek Stalinci bir rejimin parti çizgisine karşı çıkmakla kıyaslanabilir. Stalin'in Rusya'sında olsaydınız ve Lysenko'nun yanlış olduğunu ileri sürmek isteseydiniz ne yapardınız? Lysenko'nun genetik teorisindeki çelişkileri ve gerginlikleri belirtebilirsiniz, ama Lysenko'nun tamamen yanlış olduğunu söyleyemezsiniz ya da Lysenko'ya açıkça muhalif olan bir alternatif sunamazsınız. fiu anda içinde bulunduğumuz durum bu.
]]>Yoksa kötülükleri yapanlar, Biz'i (aşıp) geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü hükmediyorlar? (Ankebut Suresi, 4)
Hepimiz biliyoruz ki birçok evrimci girişim, belirli paleontologlar tarafından yapılan beyin fırtınalarından ibarettir. Kütüphanedeki bir taksonomist (canlıların biyolojik sınıflandırması bilimiyle ilgilenin kişi), milyonlarca yıllık genetik mutasyondan fazlasını yapabilir. 162
Evrim küçük, yerel popülasyonlarda hızla gerçekleşir; bu nedenle fosil kayıtlarında evrimi göremeyiz. 163
Birçok lise ders kitabı (hatta ne yazık ki bazı kolejler) teorileri test edilmiş hipotezler olarak açıklarlar, sanki hipotezler onaylanmış teorilermiş gibi; ve gerçek anlamda çok iyi bir teori onlar için kanunlaşmış gibidir. Ne yazık ki, bilim adamları bu terimleri bu şekilde kullanmazlar, çoğu kişi bilim adamı değildir ve bilim adamları da bu kelimelerin anlamını öğrencilere ve halka iyi açıklayamamıştır. 164
Daha sonra uyandım ve bütün hayatım boyunca Darwinizm'i bir şekilde kanıtlanmış bir gerçek zannederek aldatıldığımı fark ettim.Sistematik içinde ortak ata hipotezlerinin etkisinin yalnızca sıkıcı olduğunu ve bilgi eksikliğinden kaynaklandığını değil, aynı zamanda bunun kesin olarak bilim karşıtlığı olduğunu düşünüyorum. 165
Son on yıl yeni bir biyolog topluluğu gelişti. Bunlar bilimsel anlamda saygıdeğer sayılıyorlar, ama Darwinizm hakkında derin şüpheleri var. 166
Haeckel'in sahte embriyo çizimlerinden yıllarca haberdar olan bilim tarihçisi Jay Gould'a ne demeli? Tüm bu süre boyunca Gould'un sınıflarından geçen öğrenciler, Haeckel'in embriyolarını evrimin ispatı olarak gösteren ders kitaplarından biyolojiyi öğrendiler. Buna rağmen, başka bir biyoloğun 1999'da duruma itiraz etmesine kadar, Gould hiçbir düzeltme yapmadı. Ondan sonra bile Gould ders kitabı yazarlarını hatadan sorumlu tuttu ve itiraz niteliğindeki fısıltıyı yayan yaratılışçıyı (bir Leigh Üniversitesi kimyacısı) görevden aldı. Burada en büyük sorumluluk kime aittir - sahte çizimleri düşüncesizce tekrar tekrar kullanan ders kitabı yazarlarına mı, onlardan şikayet eden insanlara mı, yoksa çalışma arkadaşlarının, kendisinin "akademik cinayet" diye adlandırdığı olguya farkında olmadan ortak olurken, kendinden emin bir şekilde kenardan durumu seyreden, dünya çapında meşhur bir uzmana mı?
Haeckel'in embriyolarına ilişkin gerçekle kıyaslanınca, pulkanatlı güvelerin (sanayi kelebekleri) kusurlu olduğu ancak yakın zamanda anlaşılmıştır, dolayısıyla belki de ders kitabı yazarları onu kullanmayı sürdürmekten dolayı kınanmayabilirler. Yine de pulkanatlı güveler üzerinde çalışan her biyolog, güvelerin ağaç gövdelerine konmadığını, ders kitabı resimlerinin tezgahlanmış olduğunu on yıldan fazla süredir bilmektedir. Eğer bilim kendini düzeltiyorsa, niçin uzmanlar ders kitaplarından uydurma fotoğrafları çıkarmaya yönelik bir girişimi başlatmıyorlar? 168
Tüm veriler her şeyi tasarlayan bir varlığı gösterse bile, böyle bir hipotez bilimin dışında kalırdı, çünkü naturalistik değil.
Bugün yaygın olan inanış, Darwin'in evrimin kanununu keşfettiğidir. Sonuç olarak, Darwin tüm zamanların en büyük bilim adamlarından biri olarak alkışlanmaktadır. Bununla birlikte gerçek; Darwin'in yalnızca eski paganizmin canlandırılması için katalizör görevi gördüğüdür. Hem de bir çok Batı Avrupa ülkesinin bir yüzyıldan fazla bir süredir hazırlandığı Allah'a başkaldırmanın (Allah'ı tenzih ederiz) gerçekleştiği dönemde.
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 103-104)
Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
19. yüzyılda Amerikanın en ünlü ateist yazarı haline gelen demiryolu avukatı Robert Green Ingersoll (1833-99) ... 1884'deki bir yazısında şunu açıkladı: "Bu yüzyıla Darwin yüzyılı adı verilecek… Onun evrim doktirini, en uygunların yaşama doktirini ve türlerin kökeni doktirini tutucu hiristiyanlığın son kalıntılarını tüm düşünen akıllardan kaldırdı."
Darwinistler maymun-insan benzerliğini kullanabilmek için bir maymunu ön plana çıkarır ve onun çeşitli davranışlarını, alet kullanımı, öğrenme yeteneği gibi özelliklerini vurgulayacak çeşitli gösteriler yaparlar. Amaç, insanın maymun soyundan geldiğine dair meşhur Darwinist aldatmacayı okuyucular için kendilerince makul gösterebilecek bir kanaat oluşturabilmektir. Kimi insanlar bu telkini almalarının ardından hayvanat bahçesine gittiklerinde veya maymunlarla ilgili bir belgesel film seyrettiklerinde belli bir yönde kanaat geliştirirler. Öyle ki, Darwinist aldatmacadan oldukça etkilenmiş olduklarından gördükleri canlının "biraz gelişse, tıraş olsa, iyi beslense" rahatça insana dönüşebileceğine dair basit bir mantıkla düşünmeye başlarlar. Birkaç teknik benzerlik, Darwinist telkinin başarılı olmasına zemin sağlamaktadır. İnsana benzer bazı ilkel davranış şekillerini öğrenmiş olan maymunlarla ilgili programlar, defalarca Darwinist televizyon ve internet sitelerinde yayınlanarak ön plana çıkarılır. Bir maymunun eğitildiğinde neler yapabileceğini gören ve Darwinizm hakkında pek bir bilgisi olmayan bazı izleyiciler, gördüklerinin üzerine verilen Darwinist telkinden dolayı tamamen yanlış bir bakış açısına sahip olurlar. Maymunun sergilediği akılcı davranışlar, bu canlıların insanın eski ataları olduğuna dair yapılan propagandayı güçlendirmek için defalarca gösterilmektedir.
|
]]>Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. (Sad Suresi, 27)
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz?.. Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.
|
Darwin'in kehaneti doğru çıkmıştır. Kendi döneminde bulunamayan ara fosiller ileriki yıllarda da bulunamamıştır ve bu gerçek, Darwin'in teorisini kesin olarak çökertmiştir. Darwinistler de bu süreçte 150 yıl önce var olmayan hayali ara fosillerin mutlaka günün birinde bulunacağı inancını insanlara telkin etmeye çalışmışlardır. Teknoloji ve gelişen bilim, ara fosillerin varlığını zorunlu kıldığında ise çözümü sahtekarlıkta bulmuşlardır. Bugün evrim teorisinin okutulduğu tüm biyoloji ders kitapları, tüm Darwinist yayınlar, Darwinizm yanlısı basın, evrim teorisi için hayati önemi olan ara fosil masalını anlatırken bu sahte delillere yer vermektedir. Bu yayınlar hala Archaeopteryx'i, Coelacanth'ı, Haeckel'in sahte embriyo çizimlerini, ağaç gövdesine yapıştırılmış sanayi kelebeklerini, insan kafatasına orangutan çenesinin monte edildiği Piltdown Adamını, bir yaban domuzu azı dişinden yola çıkarak ailesiyle birlikte resmedilen Nebraska Adamını, maymun adam şeklinde resmedilen ama bir insan ırkı olduğu anlaşılan Neandertal Adamını, bir maymun olduğu bilimsel olarak ispat edilmiş olan Lucy'i ve sahtekarlık olduğu anlaşıldığı için literatürden çıkarılmış olan kafataslarını delil olarak göstermektedirler. İşte Darwinizm'in 21. yüzyılda karşı karşıya kaldığı aciz durum budur.
Çoğu zaman Darwinist kaynaklarda şu ifadeye sıklıkla rastlarsınız: "Evrimi ispat eden ara fosiller o kadar fazladır ki..." Bu ifade çok büyük bir yalandır. Yalnızca okuyan kişilerin zihinlerine verilmeye çalışılan bir telkindir. Bir başka deyişle, klasik Darwinist metod uygulanmakta ve bir yalan, inandırıcı kılınmak için yüksek sesle ve ısrarla, defalarca söylenmektedir.
Oysa evrim teorisini ispat eden tek bir tane bile ara fosil yoktur. Darwinist bilim adamları, elbette bilimin göstermiş olduğu bu açık gerçeği çok iyi bilirler. Ara fosil olmadığından dolayı evrim teorisinin içinde bulunduğu açmazın da farkındadırlar. Fakat dogmatik bakış açıları, ne pahasına olursa olsun evrim teorisini ayakta tutma mecburiyetini getirir Darwinistlere.
Nitekim Darwinistlere yakın bir geçmişte buna dair çağrı yapılmış, sahip oldukları tek bir ara fosili dünyanın en ünlü meydanlarında sergilemeleri talebinde bulunulmuştur. Ama buna verilen karşılık her zamanki gibi büyük bir sessizlik olmuştur. Oysa eğer iddiaları doğru olsaydı, eğer canlı türleri birbirlerinden yavaş gelişmelerle tesadüfi aşamalarla milyonlarca yıllık bir süreç sonucunda evrimleşmişse, bu durumda Darwinistlerin ellerinde tek bir tane değil, milyonlarca hatta trilyonlarca ara fosil bulunması gerekirdi. Ama Darwinistler "Tek bir ara fosil getirin" çağrısına bile cevap verememektedirler. Çünkü ellerinde hiç ara fosil bulunmamaktadır. İşte Darwinistlerin şevkle ve coşkuyla ortaya çıkıp tek bir tane bile ara fosil ortaya koyamamalarındaki sebep de budur.
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türleri Allah'ın yarattığını savunan düşünceye destek sağlamıştır.
Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı; "Hayır"dır.
Darwinizm büyüsü 150 yıl boyunca o kadar sistemli şekilde insanlar üzerinde etkili kılınmıştır ki, insanlar olmayan bir şeyin varlığına inandırılmışlardır. Hiç kimse "milyonlarca ara fosil olması gerekir, bunlar nerede?" diye sormamıştır. Hiç kimse "kazılarda ortaya çıkan 250 milyondan fazla fosil hep mükemmel görünümlü tam gelişmiş canlılara ait, fakat bunların tek bir tanesi bile ara fosil değildir" dememiştir. Hiç kimse neden ara fosil görünümü altında hep belli birkaç canlının resmi ile karşılaştıklarını, en ünlü bilim adamlarının bile bu uydurma fosillerden başka gösterecek bir şeyleri olmadığını, doktora tezleri için hazırlanan kitaplarda bile yalnızca neden bunların konu edildiğini araştırmamıştır. Ayrıca yine hiç kimse, ön plana çıkarılan bu birkaç fosilin de ara form özelliği göstermediğini ve bunun bilimsel olarak ispatlanmış olduğunu bilmezler. Özetle, Darwinizm büyüsüne kapılan neredeyse hiç kimse, Darwinizm'i destekleyen tek bir tane bile delil olmadığının farkında değildir. Çünkü bu gerçek, bu büyünün mimarı olan Darwinistler tarafından ustaca ve sinsice saklanmaya çalışılmıştır.
Fakat "ara fosil vardır" yalanı, ne kadar uzun süreli ve ne kadar ısrarla söylenirse söylensin, eğer insanlar ele geçirilen gerçek fosillerin varlıklarından haberdar edilirlerse, bunların bugün yaşayan canlılardan hiçbir farkı olmadığını anlarlarsa, o zaman yalanın tekrarının hiçbir değeri kalmaz kuşkusuz. fiu an durum deccalin oyunu olan Darwinizm için böyledir. Darwinistler, insanları, ara fosillerin var olduğu aldatmacasına inandırmak için çırpınıp dururlarken, tam ve mükemmel görünümdeki milyonlarca yıllık canlıları gösteren fosiller insanlara açık açık gösterilmekte, fosil sergileri, internet ve Yaratılış Atlası yoluyla sergilenmektedir. İnsanlar gözleriyle gördüklerine inanmakta, yıllarca aldıkları Darwinist telkinden şüphe duymaktadırlar. Artık Darwinistlerin "ara fosil var" ısrarları hiçbir işe yaramamaktadır. Deccalin oyununa gelen Darwinistlerin insanları aldattıkları, artık tüm dünya çapında açıkça anlaşılmıştır. Bu aldatmacanın sürdürülmesi artık mümkün değildir. Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:
]]>Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)
Darwinistler için bunu insanlara kabul ettirmenin de çeşitli yöntemleri vardır. Elbette aklı başında hiç kimse bir sürüngenin anatomisinin tamamen değişerek mükemmel görünümlü, süzülerek uçan bir kuş halini aldığına normal şartlarda inanmaz. İnsanları, böylesine mantığa aykırı bir hikayeye inandırmak için, bir tür büyü sisteminin geliştirilmesi gerekmektedir. İşte bu nedenle Darwinistler tarafından, tesadüf putunun hayali becerileri çeşitli bilimsel terimleri içeren bir masal şeklinde insanlara telkin edilir. Bu masala göre bir canlı varlığın oluşumundaki her aşama kör tesadüflerin eseridir ve tesadüfler bunu mucizelerle gerçekleşmiştir. Bir Darwiniste "ilk canlı hücre nasıl ortaya çıktı" diye sorsanız, alacağınız cevap, "bir çamur yığını içinde mucizevi bir şekilde kendi kendine" olacaktır. Gözün nasıl oluştuğunu sorsanız, "Mucize" cevabını alacaksınızdır. "Kanatlar nasıl meydana geldi, kuşlardaki mükemmel tüyler nasıl oluştu" deseniz, "Bir gün bir şekilde bir mucize oldu" mantığında açıklamalar yapacaktır. Darwinistlerin akıl ve bilim dışı izahlarında bu hayali süreci yönlendiren hiçbir bilinç, hiçbir akıl yoktur. Oysa, evren son derece hassas dengeler üzerine kuruludur. Yeryüzü kusursuz bir düzene sahiptir. Bu düzendeki en küçük bir sapma tüm sistemin tamamen yok olması anlamına gelecektir. Her bir canlı türü de son derece kompleks yapılara ve hayranlık uyandırıcı özelliklere sahiptir. İşte tüm bu detayların her biri üstün güç ve kudret sahibi bir aklın, yani Yüce Allah'ın eseridir.
Darwinist hikayelerde ise bu mükemmel denge ve hayranlık uyandırıcı komplekslik göz ardı edilir. Bilimsel terimlerle süslenip anlaşılmaz hale getirilen evrim hikayesinin içinde tüm bu saçmalıklar adeta büyü yapar gibi özenle ve sürekli telkin edilir ve pek çok insanın hiç dikkatini çekmez.
Bilim adamları tesadüfe bir güç atfettiklerinde fiziğin alanını sihire terk etmiştir. (Darwinistlere göre) Tesadüf, sadece tavşanları değil, fakat tüm evrenin hiçlikten ortaya çıkmasını sağlayan sihirli bir değnektir.
Darwinistler ne kadar bu telkini canlı tutmaya çalışırlarsa çalışsınlar, aslında mucize bahşettikleri güç akılsız, şuursuz, bilinçsiz, kör tesadüflerdir. Tesadüfler, ardında hiçbir bilinçli etmen olmadan, hiçbir akıllı, yönlendirici, tasarlayıcı bir güç bulunmadan meydana gelen rastgele olaylardır. Tesadüfi gelişen bir olayın deneme yanılma ile en doğrusunu bulabilmesi, gelecekte meydana gelecek olayları tahmin edip buna göre tedbir alması, bir organın neye benzeyeceğini önceden tasarlayabilmesi, fedakarlık yapması, vefa ve sevgi göstermeyi bilmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Bir toplu iğneyi bile meydana getiremeyecek hayali bir gücün, dünya üzerindeki muhteşem canlı çeşitliliğini meydana getirdiğini iddia etmek akla, mantığa, bilime ve elbette sağduyuya aykırıdır.
Burada "bir toplu iğneyi bile meydana getiremez" ifadesi, Darwinist iddialara bir yanıt olması ve bu iddiaların imkansızlığını vurgulamak için kullanılmıştır. Aslında tesadüflerin herhangi bir şey "meydana getirdiğini" iddia etmek ciddi bir mantık bozukluğuna ve akıl yetersizliğine işaret eder. Fakat Darwinistler bu bozuk mantığı kullanarak bütün dünyayı aldatabilmişlerdir. Darwinistlerin garip mantıklarına göre, yeterli zaman verildiğinde, tesadüflerin yapmayacağı şey yoktur.
Nobel ödüllü evrimci biyolog George Wald'ın aşağıdaki sözleri, Darwinistlerin, tesadüf + zaman formülüne bir sihirli bir formül olarak inandıklarını açıkça ifade etmektedir:
Sadece beklenmelidir: Zaman mucizeler gerçekleştirir. Çok zaman verildiğinde, imkansız mümkün, mümkün muhtemel ve muhtemel sanal olarak kesin hale gelir.
Elbette tüm bu mantık dışı açıklamaların amacı, Darwinistlerin, canlılığın varlığına -kendilerince- yaratılış dışında bir açıklama getirebilme çabasıdır. Kuşkusuz zaman ile tesadüflerin bir araya gelip, bir çamur birikintisinden çiçekler, kediler, balıklar, kuşlar, sürüngenler, insanlar meydana getirdiğinin kabul edilemez olduğunu Darwinistler de bilmektedirler. Fakat onlar, doğru olan açıklamayı kabul etmek yerine, mantıksız olanı mantıklı gösterme gayretindedirler.
Görüldüğü gibi, Darwinistlerin tüm açıklamaları bir aldatmacaya dayanır. Darwinistlerin süslü kelimelerini, Latince tanımlarını, anlaşılmaz bilimsel kelimelerini ortadan kaldırdığımızda geriye "tüm canlılık rastgele olaylar sonucunda, bilinçsizce, kör tesadüflerin bir araya gelmesiyle, hiçbir kontrol, hiçbir tedbir, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın şans eseri meydana geldi" aldatmacası kalmaktadır. İşte Darwinistlerin asıl olarak insanları inandırmaya çalıştığı aldatmaca budur.
Günümüzün en ateşli Darwinistlerinden biri olan ateist evrim biyoloğu Richard Dawkins'in aşağıdaki sözleri, Darwinist mantığın ne kadar çıkmazda olduğunu görmek için yeterlidir:
... Hayvanlar aceleyle bir araya getirilmiş, geçmişten yamalanarak gelmiş, kabaca düzenlenerek hantallaşmış gülünç canavarlar olmalıydılar. Fakat avlanmakta olan bir çitanın son derece zarif hareketlerini, dağ kırlangıcının aerodinamik güzelliğini veya yaprak görünümlü böceğin (kamuflaj yoluyla yaptığı) göz yanıltıcı detaylarına yönlendirdiğimiz merak dolu dikkatimizi bu beklentimiz ile nasıl bağdaştırabiliriz?
Allah, deccali öyle büyük bir tuzağa düşürmüştür ki, sonunda deccal yanlıları kendilerince Allah'a karşı mücadele etmek için "tesadüf" gibi mantıksız, akıl dışı ve ilkokul çağındaki çocukları dahi güldürecek bir masala sığınmak zorunda kalmışlardır. Tesadüf öyle sapkın ve akılsızca bir iddiadır ki, böceklerin üstün yeteneklerini kullanarak teknolojik aletler meydana getirdiğini iddia etmek bile bunun yanında daha mantıklı kalır. Fakat deccalin büyüsü, bir kısım insanları bu saçmalığa inanacak hale getirmiş, bu saçmalık okullarda okutulacak şekle dönüştürülmüştür. Ancak insanlar, tesadüflerin mantıksız şekilde ilahlaştırıldığını ve onlara bir yaratıcı vasfı verildiğini (Allah'ı tenzih ederiz) görüp anladıkça, deccalin ahir zamandaki en büyük oyunu olan Darwinizm, acınacak hale gelmiştir.
]]>Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı?Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar.Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar."Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" dediler."Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?""Veya önceki atalarımız da mı?"De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz)." (Saffat Suresi, 11-18)
Darwinizm "büyüsü" insanları düşünmekten alıkoymak üzerine kuruludur. Darwinistler işte bu nedenle yoğun olarak görsel ve işitsel telkinle, hitap ettikleri insanları oyalamaya çalışırlar. Üzerlerinde adeta bir büyü etkisi oluşturarak, insanları gerçeklerden uzaklaştırma azmindedirler. Darwinizm'in bu yoğun büyülü telkinleri karşısında pek çok insan düşünmekten, incelemekten, araştırmaktan vazgeçer ve önlerine sunulan sözde bilimsel açıklamalara ister istemez teslim olur.
Fakat ilginç olan, insanları oyalayan ve düşünmekten alıkoyan süslü telkinler, aslında temelinde çok basit ve akıl dışı bir mantık barındırır. Darwinist yayınlar, bir hücrenin oluşumunu sayısız bilimsel ve teknik terim kullanarak yüzlerce sayfa boyunca anlatabilirler. Oysa anlatmak istedikleri özetle sadece şudur: Çamurlu su + tesadüfler + zaman = canlılık! Süslü kelimeler, anlaşılması zor Latince tanımlar, teknik karmaşık terimler Darwinist telkini oluşturmak için bu yayınlara kasıtlı olarak dahil edilir. Yoksa Darwinist izahların ardında karmaşık, kompleks, anlaşılması güç bir mantık veya açıklama kesinlikle yoktur.
Dört buçuk milyar yıl önce yeni oluşan Dünya, kozmik toz ve parçacıklar yığınından oluşuyordu. Başlangıçta var olan denizler tarafından neredeyse tamamen yutulmuş durumdaydı. Güçlü rüzgarlar atmosferden rastgele molekülleri topladı. Bunların bazıları denizlerde yığıldı. Gelgitler ve akıntılar molekülleri bir araya topladı. Ve bu eski okyanusun bir yerlerinde yaşam mucizesi gerçekleşti... İlkel yaşamın ilk organize formu küçük bir protozoan idi (tek hücreli bir hayvan). Milyonlarca protozoan eski denizlerde bir araya geldiler. Bu ilk organizmalar deniz suyundan oluşan dünyaları içinde kendi kendilerine yetiyorlardı. Sudan oluşan bu ortamlarında bakteri ve diğer organizmalarla beslenerek hareket ediyorlardı... Bu tek hücreli canlılardan yeryüzündeki canlılık evrimleşti.
Bu garip açıklamaları izleyen çoğu kişi, hücreyi oluşturan yalnızca tek bir proteinin tesadüfen meydana gelme ihtimalinin imkansız olduğunu bilmiyordur kuşkusuz. Bu kişiler muhtemelen üzerinde yaşadığımız muhteşem denge ve idealliğe sahip gezegende, düzene etki edecek herhangi bir değişimin veya oluşumun rastgele meydana gelme ihtimalinin ne kadar zaman verilirse verilsin asla böyle bir değişimin meydana gelmesinin mümkün olmadığını da bilmiyordur. Aynı izleyici bahsi geçen "yaşam mucizesinin" oluşması için çok daha büyük ihtimallerin gerçekleşmesi gerektiğini ve bunun çok daha büyük imkansızlıklar içerdiğini de bilmiyordur muhtemelen. İşte bu nedenle bu hayali senaryoyu izlemek ve ona inanmak, konu hakkında bilgisi olmayan kişiler için çok da zor olmamaktadır.
- Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
- Protein olmadan DNA oluşamaz
- DNA olmadan protein oluşamaz
- Protein olmadan protein oluşamaz
- Tek bir proteinin oluşması için 60 ayrı protein gerekir
- Bu proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
- Ribozom olmadan protein oluşmaz
- RNA olmadan da protein oluşmaz
- ATP olmadan protein oluşmaz
- ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
- Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
- Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
- Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
- Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
- Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.
Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.
Kısacası,
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR.Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.
Bu PBS belgeselinde Dünya'nın oluşumu, ilk hücrenin meydana gelişinin hayal ürünü hikayesi ve bu hayali ilk hücrenin başlattığı canlı çeşitliliği öylesine basit bir olaymış gibi anlatılmaktadır ki, tüm bunlar konu hakkında fazla düşünmek istemeyen bir kişiyi ikna etmeye yetecek kadardır. Bu kişinin önüne hazır bir bilgi gelmiştir. Bu insan, ne de olsa;
Çünkü bu izleyicinin karşısında, kendisine sunulan bilgileri düşünmeden kolayca kabul edebilecek bir kimse için son derece basit bir açıklama vardır. Üstelik bu açıklamayı bir bilim adamı, hatırı sayılır bir belgesel kanalında yapmaktadır. Artık onun verilen bilgiyi muhakeme etmesine, inceleyip araştırmasına, proteinin mucizevi sistemi üzerinde düşünmesine gerek yoktur. Bu belgeseli izleyen kişiye, hücrenin yalnızca basit bir baloncuk olduğu telkini verilmektedir. Bu bilim dışı basit mantığa göre, nasıl uzun zaman açıkta kalmış bir miktar meyve suyunun üzerinde küf oluşuyorsa, söz konusu izleyiciye de hücrenin çamurlu suyun içinde imkansız oluşumunun da basit ve mümkün olduğu izlenimi verilmeye çalışılır. Oysa küfler, tek hücreli canlılardır ve meyve suyunun üzerine dışarıdan gelen tek bir hücrenin çoğalması sonucunda oluşurlar. Dolayısıyla onlar da meyve suyunun üzerinde kendi kendilerine kör tesadüfler sonucu yoktan var olmazlar. Bu arada söz konusu belgeselde, hayali ilk hücrenin oluşumunun yanı sıra Dünya'nın oluşumu, ilk atmosferin oluşacak hayali ilk hücreyi hemen yok etme gücü, protozoanların nasıl olup da çok hücreli canlılara dönüştüğü ve hali hazırda bakteriler varken protozoanın nasıl bu hayali ilkel yaşamın "ilk canlıları" olduğu gibi hayati önem taşıyan konular Darwinistler tarafından açıklanmaya gerek duyulmamıştır. Bunlar, bu bilim dışı basit açıklama dahilinde zaten sözde "detay" konular olarak kabul edilmektedir. Oysa bu detayların her biri, evrim teorisi mantığı içerisinde bilimsel olarak açıklanması asla mümkün olmayan konulardır ve Darwinizm'i sona erdiren temel konu olan "hayatın kökeni" konusudur. Türlerin nasıl oluştuğu, maymunsu hayali varlıkların sözde insana nasıl dönüştüğü üzerine kitaplar dolusu masal anlatan Darwinistler, henüz daha hayatın kökeni sorusu karşısında cevapsızdır.
İnsanların bir kısmı, detaylara girmeyip, doğrusunu araştırmayıp sadece duyduklarını kabul etme eğilimindedirler. Darwinistler de söz konusu insanların bu zaafını kullanırlar. İnsanların büyük çoğunluğu, Darwinistlerin bu aldatıcı tuzağına düşerek, kendilerine mantıklı gelmese de, bilimsel bir delil görmemiş olsalar da doğrudan Darwinizm'i kabul etmeye meylederler. Bu yüzden Darwinistlerin basit ve mantıksız açıklamaları, 150 yıldır belli bir kesim üzerinde amacına ulaşmış ve insanlar aldatılmışlardır.
Bu konuya başka bir örnek ise, çocuklar için yazılmış olan Wonderful Egg (Muhteşem Yumurta) kitabındaki izahlardır. Kitapta, son derece mantıksız bir senaryo dahilinde bir hikaye anlatılmıştır. Buna göre anne dinozor yumurta bırakır ve ilginç bir şekilde bu yumurtanın içinden "ilk kuş" çıkar. Dinozor anneden doğan "kuş" zamanla gelişir, büyür ve mucizevi şekilde mükemmel kanatlara ve tüylere sahip olur. Sonra uzun bir ağacın dallarına doğru mutlu bir şekilde uçmaya başlar. Burada ilginç olan ve belki de olayın Darwinistler açısından en trajik yönü, bu hayret verici saçmalığı anlatan kitabın, American Association for the Advancement of Science (Amerikan Bilimsel Gelişim Kurumu), the American Council on Education (Amerikan Eğitim Konseyi) ve Association for Childhood Education International (Uluslararası Çocuk Eğitimi Kurumu) tarafından desteklenmesi ve tavsiye edilmesidir.
Söz konusu yayınlar, böyle iddialarla ortaya çıkarak veya bunu destekleyerek son derece küçük duruma düşmektedirler. Elbette, bir sürüngen yumurtasından tamamen farklı anatomik yapıya, uçma gibi bir yeteneğe, buna uygun uzuvlara, tüy, kanat, sıcakkanlılık, özel akciğer sistemi gibi tümüyle farklı fizyolojik yapılara sahip bir kuşun çıkamayacağını bir ilkokul çocuğu bile rahatlıkla bilebilir. Fakat buna rağmen, Darwinist ideolojinin takipçileri, komik duruma düşeceklerini bildikleri halde, bu mantıksız iddiayı savunmaktan çekinmezler.
Bilim editörü Darwinist Gordon Rattray Taylor'un bu konudaki itirafı, Darwinizm'in sunduğu basit mantığı n yanlışlığını çok doğru şekilde açıklamaktadır:
Evrim tarihi bu tür değişikliklerle doludur, hatta yalnız bunlardan ibaret olduğu bile söylenebilir. Pullar, tüylere dönüşür. Bacaklar kanat olur. Mideler hava keselerine değişir. Hatta biyokimya süreçleri seviyesinde değiştirmeler ve düzenlemeler meydana gelir. Darwinizm'in bu mucizeler hakkında söyleyebileceği tek şey ise tüm bunların tesadüf eseri olduklarıdır.
Missouri Üniversitesi'nden doktor Nicholas Comninellis'in kitabında yer verdiği bir gazete yazısında ise şu açıklama yer almaktadır:
]]>Evrim teorisi yetişkinler için bir peri masalıdır. Bu teori, bilimin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmamıştır. İşe yaramaz bir teoridir.
Evrimciler bu durumu, doğal seleksiyon ile evrim iddialarına önemli bir delil olarak büyük bir hararetle sahiplendiler. Ardından da her zamanki sahtekarlık yöntemini kullanarak, açık renkli kelebeklerin zamanla evrim geçirerek koyu renkli kelebeklere dönüştüğü gibi bir göz boyamaya giriştiler. Bu iddia, sözde "iş başındaki evrim" (evolution in action) tanımıyla bütün dünyaya tanıtıldı. Oysa gerçekler çok daha farklıydı, bu kelebekler hiçbir şekilde evrimsel bir değişime uğramadıkları gibi, ortada bir büyük Darwinist sahtekarlık vardı.
Darwinist bir tıp doktoru ve amatör bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell, 1953 yılında bir dizi deney yaparak bu olayı gözlemlemeye karar verdi. İngiltere'nin kırlarında bu kelebeklerin yaşam alanlarında gözlemler ve deneyler yaptı. Kettlewell, deneyleri sonucunda, açık renkli likenlerin bulunduğu ağaçların üzerinde koyu renkli kelebeklerin daha çok avlandığını tespit etti. Ve bunu, Darwinizm adına adeta büyük bir buluşmuş gibi Scientific American dergisinde, "Darwin's Missing Evidence" (Darwin'in Kayıp Kanıtı) başlığı altında duyurdu. 1960 yılına gelindiğinde Kettlewell'in hikayesi bütün ders kitaplarında yerini almıştı.
İddianın ortaya atılmasından neredeyse bir yıl sonra, 1985 yılında ise bu konuyla ilgili gariplikler fark edilmeye başlandı. Craig Holdrege isimli genç bir Amerikalı biyoloji öğretmeni, yaptığı araştırma sonucunda Kettlewell'in yakın arkadaşı olan ve onun deneylerine katılan Sir Cyril Clarke'ın notlarında ilginç bir ifadeye rastladı. fiöyle diyordu Clarke:
Gözlemlediğimiz tek şey, kelebeklerin günü nerede geçirmedikleri oldu. 25 yıl içinde, ağaç gövdelerinde veya bizim kurduğumuz tuzakların yanındaki duvarlarda sadece iki tane Betularia bulabildik.
Holdrege uzun zamandır öğrencilerine ağaç gövdelerine konmuş kelebeklerin fotoğraflarını gösteriyor ve kuşların daha görünür olanları seçip avladığını anlatıyordu. Ama şimdi bu kelebeği 25 yıl boyunca araştırmış birisi, bunları ağaç gövdelerine konmuş halde sadece iki kere gördüğünü söylüyordu. Çok geçmeden bu hikaye hararetli bir bilimsel tartışmaya dönüştü. Sonuçta yapılan bilimsel araştırmalar şu sonucu ortaya çıkarmıştı:
Kettlewell'in deneylerinden daha sonra yapılan birçok araştırma, söz konusu kelebeklerin sadece bir tipinin ağaç gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay dalların alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu. 1980'li yıllardan itibaren, kelebeklerin ağaç gövdelerine çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan Cyril Clarke ve Rory Howlett, Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi birçok bilim adamı, "Kettlewell'in deneyinde kelebeklerin doğal davranışları dışında davranmaya zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel kabul edilemeyeceğini" bildirdiler.
Kettlewell'in deneyini inceleyen araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla karşılaştılar: İngiltere'nin kirliliğe uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin daha fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell'in iddia ettiği ve hemen her evrimci kaynakta tekrarlandığı gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç kabukları arasında bir ilişki yoktu.
Amerikalı lepidopterist (kelebekler üzerinde bilimsel araştırma yapan kişi) Ted Sargent ve diğer araştırmacılar söz konusu güvelerin ağaç kabukları üzerine konmadıkları, ağaçların yüksek dallarının altına gizlendikleri gerçeğine dikkatleri çekti. Yalnızca bu değil, aynı zamanda söz konusu güveler gündüzleri uyuyor, geceleri uçuyorlardı. Yani kuşlar uyurken!90 İşin aslı araştırıldıkça, skandalın boyutları daha da büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları çekilen "ağaç kabuğu üzerindeki güve kelebekleri", aslında ölü kelebeklerdi. Gerçekte kelebekler ağaç gövdesine değil dalların alt kısmına kondukları için, böyle bir resim elde etme imkanı pek yoktu. Dolayısıyla Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal ile ağaca tutturmuş ve öyle görüntülemişti.
Darwinistlerin yaklaşık bir yüzyıl boyunca gururla bilimsel bir kanıt gibi gösterdikleri kelebeklerin birer sahtekarlıktan ibaret olduğunun öğrenilmesi sonucunda New York Times şu yorumu yapıyordu:
İş başındaki evrimin en ünlü örneği, şimdi artık en büyük rezalet haline gelmiş olmalı.
Chicago Üniversitesi evrim biyoloğu Jerry Coyne bu büyük sahtekarlığı 1998 yılında öğrendiğinde, yıllardır öğrencilerine öğrettiği sanayi kelebekleri hikayesinin bir aldatmaca olmasından dolayı "utanç" duyduğunu yazmış ve şunları söylemişti: "Bu tıpkı 6 yaşımdayken, Noel arifesinde hediyeleri Noel babanın değil de babamın getirdiğini keşfettiğim zamanki hayal kırıklığım gibiydi.
Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, "Darwin'in kayıp kanıtı" olarak gösterilen sanayi devrimi kelebekleri hikayesinin dev bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılmıştır. On yıllardır dünyanın dört bir yanında yüz milyonlarca insan, ağaç kabuklarına iğnelenmiş birkaç ölü kelebeğin fotoğrafı ve sürekli tekrarlanan köhne bir hikaye ile yanlış bilgilendirilmiştir. Asıl olan gerçek şudur: Darwin'in ihtiyaç duyduğu kanıtlar yoktur ve bunların günün birinde bulunması da imkansızdır. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir.
İlginç olan sanayi devrimi kelebeklerinin halen bazı ders kitaplarında bir evrim kanıtı gibi sunulmaya devam ediliyor oluşudur. Darwinistler bu yolla, bunun bir sahtekarlık olduğunu bilmeyen genç beyinleri aldatmayı amaçlamaktadır. Oysa açıkça ortaya çıkmasına rağmen bir sahtekarlığı, hala kanıt olarak göstermeye çalışmak, Darwinizm'in çaresizliğinin, delilsizliğinin ve ideolojik bir sahtekarlıktan ibaret olduğunun kanıtıdır. Yaratılış gerçeği apaçıktır. Bu açık gerçekten kaçan Darwinistler, yalanın ve hilekarlığın bir çözüm olacağını zannetmektedirler. Oysa Allah, hileyi, batıl ve sahte dini, mutlaka ortadan kaldıracaktır.
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
Sanayi devriminden sonraki ağaçların rengi koyulaştığı için, açık renkli kelebekler, kuşlar tarafından daha kolay avlanmış ve sayıları azalmıştır. Ancak bu, bir "evrim" örneği değildir; çünkü yeni bir tür ortaya çıkmamış, sadece zaten var olan türlerin nüfus oranları değişmiştir.
Fosil bulguları Neandertal insanının bize göre hiçbir "ilkel" yönü bulunmayan bir insan ırkı olduğunu göstermesine rağmen, Neandertal insanları hala evrimciler tarafından maymun adam olarak resmediliyorlar. Bu, Darwinizm'in bilimsel bulgulara değil, önyargı ve propagandaya dayandığının göstergelerinden yalnızca bir tanesidir.
NEANDERTAL: BİR İNSAN IRKI
Üstte, İsrail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1 kafatası yer alıyor. Fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda olduğu tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar rastlanılanların en büyüğüdür: 1.740 cc
Neandertal Adamı 1856 yılında Almanya'nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde bulunan fosillerle bilim literatürüne girdi. Kafatası ve bedenindeki kemiklerde bulunan kıvrımlar, fosillerin evrimciler tarafından sözde ilkel bir insan türü olarak değerlendirilmesine yol açtı.
1908 yılında bu kez Fransa'nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına ait olduğu belirtilen, neredeyse eksiksiz bir iskelet bulundu. Kemikler dönemin ünlü paleontolog ve jeoloğu Marcellin Boule tarafından birleştirildi.
Bu birleştirme sonucunda ortaya çıkan Neandertal adamı eğik bir duruşa, öne çıkık bir kafaya sahipti. Ayrıca bacakları da eklem yerlerinde kilitli kalıyor, tam düz bir duruş sağlayamıyordu.
Bu görünüm sayesinde, Neandertal adamı insanların zihinlerinde ilkel bir canlı olarak yerleşti. Neandertaller, sahte çizimlerde de ilkel maymun adamlar olarak gösterildiler.
Neandertal hakkındaki bu yanlış kanı 100 yıl kadar sürdü. Fakat 1950'li yıllarda La Chapelle iskeleti üzerinde yapılan analizler, iskeletin sahibi olan Neandertal adamında bir tür eklem enfeksiyonu bulunduğunu saptadı. Gerçekte sağlıklı bireyler normal bir insan gibi dik yürüyebiliyordu.
1985 yılında, aynı iskelet, bu kez Erik Trinkhaus isimli antropolog tarafından incelendi. Bu inceleme Neandertallerin dik yürüyebildiğini doğrulamanın yanı sıra, o zamana dek gizli kalmış bir gerçeği de ortaya çıkarıyordu: Marcellin Boule, Neandertal'i kasıtlı olarak eğik göstermişti.74 1950'li yıllarda saptanan eklem rahatsızlığı bu canlının dik yürümesine engel değildi. Anlaşılan, bir Darwinist olan Boule, Neandertalin gerçek bir insan gibi dik yürüdüğünü kabullenmek istememişti.
Bugün pek çok bilim adamı Neandertal insanının tamamen dik olarak ayakta durduğu ve bir hastalık olmadığı durumlarda, özelliklerinin günümüz insanından hiçbir farkı olmadığı hakkında fikir birliği içindedirler.
Öte yandan Neandertallerin kafatası hacminin büyüklüğü de evrimcileri bu konuda çelişkili bir duruma soktu. Bunun nedeni ise, Neandertallerin kafatası hacminin 1700 cc civarında olmasıydı. Bu rakam günümüz insanınkinden 200 cc daha büyüktür. Homo Sapiens'ten büyük kafatasına sahip olan Neandertallerin evrimsel yönden sözde "ilkel" bir tür olması, teori adına büyük bir tezattır.
Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi ve konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insandan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.
Kuşkusuz Neandertaller, bir insan ırkı oldukları için, günümüz ırkları ile aynı özelliklere sahiptiler. Neandertal insanı yetenekli bir alet yapıcısı ve başarılı bir avcıydı. Hatta müzik ve sanatla uğraşıyordu. Tıpkı günümüzdeki toplumlar gibi kültürel ve sosyal bir yapıya sahipti, dini inanışları vardı. Dolayısıyla Neandertallerin oluşturduğu medeniyet, günümüz medeniyetlerinden çok da farklı değildi.
Neandertallerle ilgili Darwinistleri çıkmazda bırakan bir başka konu ise zamanlama problemidir. Bulunan fosiller, Neandertallerle günümüz insanının aynı zamanda yaşadığını, hatta çeşitli durumlarda daha sonra bile yaşadığını göstermektedir. California Üniversitesi'nden evrimci biyolog Francisco J. Ayala, bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:
Neandertallerin anatomik olarak modern insanların atası olduğu düşünülüyordu, ama şimdi modern insanların en azından 100.000 yıl önce ortaya çıktığını biliyoruz, Neandertal fosillerinin ortadan kaybolmasından çok daha önceleri. Orta Doğu'daki mağaralarda anatomik olarak modern olan insanların fosillerinin hem Neandertalleri takip etmesi hem de onlardan önce gelmesi şaşırtıcıdır. Bu mağaralardaki bazı modern insanlar 120.000-100.000 yıl öncesine aittirler, Neandertaller ise 60.000-70.000 yıllıktırlar; modern insanlardan 40.000 yıl sonra gelirler. İki formun başka bölgelerden göç ederek tekrar tekrar birbirlerinin yerine mi geçtikleri yoksa bir arada mı oldukları veya melezlenmenin mi olduğu belirgin değildir.
Dolayısıyla insanın sözde maymunsu atası olarak gösterilmeye çalışılan Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkıdır. Günümüzde insanların kendi ırklarına özgü farklı özellikler göstermesi gibi, bu tür de yalnızca farklı ırk özelliklerine sahiptir. Bu özelliklerin evrime bir delil olarak kullanılması büyük bir sahtekarlıktır. Nitekim Neandertal adamı fosili 1978 yılında literatürden çıkarılmıştır. Ancak Neandertaller halen, evrimin en büyük kanıtıymış gibi Darwinist kaynaklarda yer almaya devam etmektedir.
Günümüzde Neandertal adamı ile ilgili spekülasyonların hala bazı evrimci yayınlarda sürdürülmesindeki amaç, Neandertallerle ilgili gerçekleri bilmeyen, bu sahte ara formun bilimsel anlamda iptal edilmiş olduğunun farkında olmayan kişileri etkileyebilmek, onları aldatabilmektir. İşte bu nedenle Australopithecuslar ve Neandertallerle ilgili gerçeklerin her fırsatta gündeme getirilmesi ve Darwinist aldatmacaya son verilmesi büyük önem taşımaktadır.
]]>Australopithecuslar, soyu tükenmiş maymun türleridir. "Güney maymunu" anlamına gelen bu canlılar, Darwinistler tarafından insanların sözde ilk maymunsu ataları olarak kabul ettirilmeye çalışılır. Soyu tükenmiş olmaları nedeniyle tüm diğer örneklerde olduğu gibi bu maymun türü de, evrimciler tarafından bir spekülasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Fakat Darwinistlerin Australopithecuslar üzerine türettikleri senaryolar, diğer tüm örneklerde olduğu gibi yine bir aldatmacaya dayanmaktadır.
Australopithecusların ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da varlıklarını sürdürdükleri sanılmaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken gerçek ise, Australopithecusların tümünün, günümüz türdeşlerine benzeyen soyu tükenmiş maymunlar olmalarıdır. Hepsinin beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya onlarınkinden daha küçüktür. Dört ayakları üzerinde yürürler. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus, dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.
Australopithecuslar açıkça birer maymun türü olmalarına rağmen Darwinistler tarafından iki ayak üzerinde yürümeyi başaran canlılar olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bir aldatmacadır, çünkü Australopithecuslar ile ilgili olarak elde bulunan fosillerden bu hayali senaryoyu doğrulayan tek bir örnek bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu canlılar üzerinde evrim senaryosu, bilimsel hiçbir delile dayanmamaktadır.
Darwinistlere göre Australopithecus cinsinin çeşitli türleri bulunsa da, sadece Australopithecus afarensis (1974 yılında bulunduğunda dünyaya sözde insanın evriminin ispatı olarak sunulan "Lucy"nin temsil ettiği tür) insanın doğrudan atası kabul edilir. Fakat söz konusu canlının insanın atası sayılamayacağı Darwinistler tarafından da kabul edilmiş durumdadır. Ünlü Fransız Darwinist bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını ve bu canlıların soy ağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır.
Dünyaca tanınmış evrimci paleoantropolog Richard Leakey de, Lucy'nin evrim delili olarak hiçbir geçerliliğinin olmadığını şu sözlerle belirtmektedir:
Lucy'nin (Australopithecus afarensis) bir pigme şempanze karışımından başka bir şey olmadığı çok ezici ve karşı konulmayacak şekilde muhtemeldir. Maymundan insana geçişe dair varsayılan deliller ikna edici olmaktan aşırı derecede uzaktır.
Bütün bunların yanı sıra, Australopithecuslar üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda evrimci Lord Zuckerman da, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.
Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecusların iskelet yapılarının günümüz orangutanlarınınkine benzediği açıklamasını yapmıştır.
1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yürütmüştür. İskeletlerde, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ üzerinde incelemeler gerçekleştirilmiştir. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus’un insanlarınkine benzer bir yürüyüş şekline sahip olmadığıdır.
2000 yılında B.G Richmond ve D.S Strait isimli bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada ise Australopithecusların ön kol kemikleri incelenmiştir. Karşılaştırmalı anatomik incelemeler, bu türün günümüzde yaşayan ve 4 ayak üzerinde yürüyen maymunlarla aynı ön kol anatomisine sahip olduğunu göstermiştir.
Bütün bu deliller Australopithecusların birer maymun türünden başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim "Lucy" fosilinin kaşifleri evrimci paleoantropolog Donald Johanson ve T. D. White, Science dergisine yaptıkları açıklamada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişlerdir:
Australopithecus fosilleri oldukça detaylı bir şekilde incelendi: yürüyüş biçimleri, kulaklarının yapısı, diş gelişimi örnekleri, uzun ve güçlü ön kollar, kısa arka bacaklar, ayaklarının biçimi, küçük beyinleri, maymuna oldukça benzeyen kafatasları, çeneleri ve yüzleri. Bunların tümü Australopithecus'ların maymun olduğunu ve insan ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını göstermektedir. Lucy'i keşfeden Donald Johanson'un kendisi bile, bir süre sonra, Australopithecus Africanus (Lucy)'nin insanlarla hiçbir bağlantısı olmadığı sonucuna varmıştır.
Özetle bilimsel olarak yapılan çalışmalar Australopithecusların insanın hayali atası olduğuna dair iddiaların tümünü yalanlamıştır. Australopithecuslar birer maymun türüdür ve insanın atası yakıştırması yalnızca Darwinistlerin hayali ve sahte teorileri için kullanmaya çalıştıkları bir senaryodur.
]]>Nitekim, ara geçiş formu olarak lanse edilmeye çalışılan tüm fosillerin geçersizliği ispat edilmiş, bunların soyu tükenmiş kompleks canlılara ait olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Konu insanın hayali evrimi konusuna geldiğinde ise, spekülasyon malzemeleri genellikle soyu tükenmiş maymunlar veya geçmişte yaşamış bazı insan kavimleridir. fiimdiye kadar öne sürülmüş tüm ara form iddiaları, bu spekülasyon yöntemine dayanmaktadır. Örneğin Darwinistlerin insanın hayali evrimine örnek olarak sunmaya çalıştıkları sayısız kafatasının, soyu tükenmiş maymun veya insan ırklarına ait olduğu kesin ve bilimsel olarak ispatlanmış ve söz konusu kafatasları bilimsel literatürden çıkarılmıştır:
- 1891 yılında bulunan ve Java Adamı olarak isimlendirilen fosil ile 1923 yılında bulunan ve Pekin Adamı olarak isimlendirilen fosilin 1939 yılında sahte birer ara geçiş formu olduğu anlaşılmıştır.
- 1922 yılında bir ara form olduğu iddiasıyla en büyük delil olarak sunulan ve Nebraska adamı olarak isimlendirilen tek bir diş fosilinin 1927 yılında bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır.
- 1959 yılında bulunan ve Zinjanthropus olarak isimlendirilen fosilin sıradan bir maymun olduğu anlaşılmış ve fosil 1970 yılında literatürden çıkarılmıştır.
- 1930'lu yıllarda bulunan ve 50 yıl boyunca ara form olarak sergilenen Ramapithecus, 1981 yılında sıradan bir babun cinsi olduğunun anlaşılmasıyla iptal edilmiştir.
- 1974 yılında Afrika'da bulunan Lucy'nin 1999-2000 yıllarındaki çalışmalar sonucunda geçersizliği anlaşılmış ve bu fosil bilimsel literatürden çıkarılmıştır.
- 1924 yılında bulunan ve Taung çocuğu olarak isimlendirilen kafatası fosilinin genç bir gorile ait olduğunun anlaşılmasıyla, bu fosil de 1954 yılında iptal edilmiştir.
- 1984 yılında bulunan ve Homo Erectus türüne ait olarak gösterilmeye çalışılan Turkana Çocuğu fosilinin, aslında 12 yaşında bir çocuğa ait olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 m boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır. Fosil hakkındaki tüm spekülasyonların sahte olduğu anlaşılmıştır.
Reading Üniversitesi jeoloji bölümünden evrimci L. B. Halstead, Nature dergisinde yaptığı bir açıklamada, bugüne kadar sözde insanın evrimine delil gibi gösterilmeye çalışılan fosillerin hiçbir şekilde insanın evrimine delil olmadığını ve bu yönde Darwinistlerin elinde hiçbir bulgu bulunmadığını şu sözlerle itiraf etmiştir:
Bu durum topluma ilk defa olarak şu gerçeği gösterir: İnsanın doğrudan atası olan gerçek bir fosil yoktur. ... Ki bu yaratılışa inananların yıllardır savunduğu şeydir.
Biyolog Lyall Watson, Darwinistlerin elinde insanın sözde evrimini kanıtlayabilecek tek bir fosil delili bile olmadığını şu sözlerle ifade etmektedir:
Günümüz maymunları örneğin, hiç yoktan var olmuş gibidirler. Dünleri, fosil kayıtları yoktur. Ve dik yürüyen, tüysüz, alet yapabilen ve iri beyinli varlıklar olarak günümüz insanlarının da gerçek kökeni, eğer kendimize karşı dürüst olursak, aynı şekilde gizemli bir meseledir.
Her ne kadar Lyall Watson gerçekleri açıkça ifade etmekten çekinerek insanın kökenini kendince "gizemli bir mesele" olarak nitelese de, insanın kökeni gayet açıktır: Tüm canlılar gibi insanı da Allah yaratmıştır ve tüm somut bilimsel bulgular da bu gerçeği teyit etmektedir. Tüm bunların yanı sıra Darwinistler, ortaya çıkan yeni fosiller karşısında sürekli olarak zamanlama problemi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Sözde evrim için biçtikleri tarihleri sürekli olarak "geriye çekmekte", fosillerin evrimi reddettiğini gördükçe devamlı iddialarını değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Örneğin yer katmanlarında bulunan 200 milyon yıllık insan ayak izlerinin yanı sıra, Kretase (144 – 65 milyon yıl) dönemine ait katmanlarda bulunmuş olan insan kemikleri, insanın 100 milyonlarca yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir.64 Bu tarihler, günümüz insanı için evrimciler tarafından belirlenmiş olan yalnızca 50.000 yıllık zaman dikkate alındığında kuşkusuz oldukça büyük bir farka işaret etmektedir. 2007 yılının Ağustos ayında açıklanan yeni fosiller ise, Darwinistler tarafından Homo Erectus ve Homo Habilis olarak tanımlanan canlıların yan yana aynı dönemde yaşamış olduklarını göstermiştir. Zamanlama problemi, insanın hayali evrimi konusunda Darwinistleri açmazda bırakan önemli etmenlerden bir diğeridir.
Bütün bu gerçeklere rağmen Darwinistler, söz konusu sahte fosilleri bilimsel birer delil olarak göstermeye devam eder ve insanın evrimi masalını kendilerince gerçeğe dönüştürmeye çalışırlar. Bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen bu fosilleri halen bilimsel kaynaklarda ve okul kitaplarında kullanmaya devam eder ve insanları aldatırlar. Yazar Hank Hanegraaff bu aldatıcı yöntemi şu şekilde izah etmiştir:
Java adamının Eugene Dubois adındaki Hollandalı tarafından 1891 yılında Java adalarından birinde bulunduğu genel olarak bilinir. Pek bilinmeyen şey ise Java adamının bir kafatası parçası, bir uyluk kemiği, üç diş ve oldukça geniş bir hayal gücünden oluştuğudur. Bundan daha rahatsız edici gerçek ise, uyluk kemiğinin kafatası parçasından 50 feet (15 km) ileride ve bir yıl sonra bulunmuş olmasıdır...
...Genel olarak Selenka Expedition olarak bilinen ve fosil araştırmalarının yapıldığı süreç, Java Adamı ile ilgili varsayımların doğruluğunu göstermeye azimli olan 19 evrimciyi içeriyordu. Ancak söz konusu evrimcilerin hazırladıkları 342 sayfalık bilimsel bir raporda Java Adamının şüphe götürmeyecek şekilde insanın evriminde hiçbir rol oynamadığı açıkça belirtilmiştir.
Bütün bunlara rağmen, Times dergisi şaşırtıcı şekilde Java Adamından utanmazca insanın evrimsel atasıymış gibi bahseden "How Man Began" başlıklı makaleyi yayınlamıştır.
İşte Darwinist yayınlar bu şekilde Darwinist aldatmacanın bir parçası haline gelirler. Önde gelen profesörlerin ve bilim adamların yazdıkları Darwinist kitaplar da, gerçek bilimsel deliller yerine, tamamen aldatmacaya dayanan bu sahte senaryoları tekrar etmektedir. Literatürden çıkarılmış, geçersizliği bilimsel olarak ispatlanmış kafataslarının evrime delilmiş gibi halen gündemde tutuluyor olmasının sebebi de bu aldatmacayı sürdürebilmektir. Evrimci zoolog Robert Martin bu konuyla ilgili olarak New Scientist dergisine şunları söylemiştir:
Son yıllarda çeşitli yazarlar insanın kökeni ile ilgili popüler kitaplar yazdılar. Bunların tümü, gerçekler ve objektiflik yerine fantaziler ve subjektiflik üzerine kuruluydu.
Darwinistlerin sözde insanın evrimine delil olarak gösterebilecekleri tek bir kafatası, tek bir kemik parçası bile bulunmamaktadır. Bu gerçeği ikrar edemeyen Darwinistlerin çürük yöntemi ise, sahte ara form fosilleri sunarak aldatmacaya devam etmektir.
]]>Darwinizm’in propaganda yöntemlerinde olmayanı var göstermek, gerçekleşmemiş olanı hayali bir tarihi gerçekmiş gibi sunmak esastır. Bu nedenle Darwinistlerin söz konusu fosil hakkında mantıksız ve delilsiz iddialar öne sürmeleri bazı kişiler tarafından olağan karşılanabilmektedir. Oysa Darwinistler, bu haberle de, yıllardır yaptıkları gibi insanları ALDATMAKTADIRLAR.
Öncelikle “sudan karaya geçiş” diye hayali bir olayı doğrulayacak tek bir tane bile ara fosil yoktur. (Yalnızca bu konuda değil, Darwinistlerin tüm geçiş senaryolarını doğrulayacak tek bir tane bile ara fosil bulunmamaktadır.) Darwinistlerin iddialarına göre, milyarlarca olması gereken ara fosillerden bir tane bile bulunmazken, MÜKEMMEL AYAK İZLERİNİN bu saçma iddiaya delil olarak gösterilmeye çalışılması akla mantığa sığmamaktadır.
Bu ayak izleri, günümüzden 395 milyon yıl önce mükemmel bir amfibinin (muhtemelen 2.5 m kadar uzunluğundaki bir timsah türünün) yeryüzünde yaşamış olduğunun son derece net bir delilidir. Darwinistlerin şaşkınlıkları, bu izlerin, “ilkelden gelişmişe” sahte dönüşüm senaryolarına uymamasından kaynaklanır. Onlara göre 395 milyon yıl önce böylesine kompleks ve mükemmel bir kara canlısının var olmaması gerekmektedir. Oysa fosil kayıtları sürekli olarak Darwinistlerin sahte evrim sıralamasını yalanlamıştır ve halen de yalanlamaya devam etmektedir. Hatırlanacağı gibi Darwinistlerin, atın, köpek büyüklüğündeki hayali atalarının yaşadığını iddia ettikleri dönemde (günümüzden yaklaşık 50 milyon yıl önce), tam ve mükemmel ATLAR yaşamıştır. Yine Darwinistlerin, etrafta yalnızca solucan ve süngerlerin bulunması gerektiğini iddia ettikleri bir dönemde, olağanüstü komplekslikteki GÖZLER var olmuştur. Söz konusu ayak izleri de, Darwinistlerin hayali evrim tarihi senaryolarını alt üst etmektedir. Darwinistler, muhtemelen fosili saklamayı da başaramadıklarından, çözümü spekülasyon yapmakta bulmuşlardır.
45 Milyon Yıllık Yaban Atı Kafatası
Burada hatırlatmakta fayda vardır: Bilindiği gibi Darwinistlerin sudan karaya geçiş iddialarına yıllardır, hiç çekinmeden öne sürdükleri tek sözde delil, Coelacanth olmuştur. Darwinistler, canlının fosili üzerinde öylesine kapsamlı spekülasyonlar yapmışlardır ki, insanlar aldatıldıklarını, ancak Coelacanth’ın canlı örneğinin bulunması ile anlamışlardır. Mükemmel bir dip balığı olan Coelacanth, hakkındaki “ilkel” iddialarının tümünü bir anda ortadan kaldırmıştır. O tarihten bu yana 300’den fazla kez canlısı yakalanan Coelacanth’ın muhteşemliği ve kompleksliği karşısında Darwinistler artık bu konuyu gündeme dahi getirememektedirler.
Söz konusu izler, Darwinistlerin Coelacanth yenilgisinden sonra sığındıkları ikinci fosil olan Tiktaalik üzerindeki Darwinist iddiaları da tamamen ortadan kaldırmaktadır. Çünkü izler, Darwinistlerin ara fosil olduğunu iddia ettikleri Tiktaalik’ten 18 milyon yıl daha yaşlıdır. Fakat buna rağmen izler, oldukça mükemmel bir düzgünlüktedir, fosilleşmiş kusursuz ayaklara aittir. Hiçbir evrimleşme yoktur. Mükemmel bir canlının mükemmel düzgünlükteki ayak izleridir. Sözde sudan karaya geçmeye çalıştığı iddia edilen, Darwinistlere göre yüzgeçleri daha yeni yeni hayali ayaklara dönüşmekte olan Tiktaalik’ten tam 18 milyon yıl önce mükemmel ayaklar mevcuttur. Bu durum, Darwinistlerin dayandıkları son sahte delili de ortadan kaldırmakta, dahası, sudan karaya geçiş gibi bir aldatmacayı tamamen yerle bir etmektedir.
Tiktaalik
Darwinistler ne kadar yaygarasını yaparlarsa yapsınlar, bu fosil de, tıpkı diğerleri gibi, sahte evrimi aleni şekilde çürütmektedir. Karada bulunan ilk ayak izi, mükemmel bir ayak izidir. Üzerinde, Darwinistlerin iddia ettikleri mutasyonlar sonucunda evrimleşme iddialarının hiçbirinden eser yoktur. Parmaklar kusursuz bir sıralama içindedir. Canlının ağırlığını tam ve mükemmel taşıyabilecek şekilde yaratılmıştır. Atılan adımlar, canlının yürüyüşünün, günümüz timsahlarının yürüyüş şekliyle aynı olduğunu göstermekte ve bu adımların simetrisinde hiçbir falso görülmemektedir. Canlı; tesadüfi, başıboş mutasyonlarla oluşmuş yamuk yumuk bir varlık değil, o yıllarda, orada muhteşem ve kusursuz yapısı ile bir anda yaratılmış mükemmel bir timsah türüdür.
Darwinistler, zaten her iddialarında tamamen yenilgiye uğramış durumdadırlar. Fakat burada özellikle dile getirilmesi gereken ve ASIL DARWİNİSTLERİ YERLE BİR EDEN husus, Darwinistlerin, bu ayak izlerine sahip olan canlının ayağının tırnağındaki TEK BİR PROTEİNİ BİLE AÇIKLAYAMIYOR OLUŞLARIDIR. Darwinizm, İŞTE ASIL BU NOKTADA BİTER. Darwinistler istedikleri kadar sahte evrimin sahte aşamaları, ayak izleri, hayali yüzgeç ayaklar ya da uçmaya çalışan hayali dinozorlar hakkında spekülasyon yapadursunlar, EVRİM ZATEN DAHA HAYATIN BAŞLANGICI AŞAMASINDA ÇÖKÜŞE UĞRAMIŞTIR. Yapılan zavallı Darwinist açıklamalar, sayfa sayfa izahlar, dünyanın en tanınmış Darwinist dergilerinde yayınlanan araştırma yazıları şiddetli bir kitle aldatmacasının parçasıdır. Darwinistler bu gibi izahlarla, tek bir protein tarafından yenilgiye uğratılmış olduklarını sezdirmemeye çalışırlar. Oysa Darwinizm’i asıl çökerten şey; fosillerden, paleontolojiden, mikrobiyolojiden, genetikten, moleküler biyolojiden, canlılardaki komplekslikten önce, yalnızca ve yalnızca TEK BİR TANE PROTEİNDİR.
Allah’ın dilemesiyle bu yüzyıl, gözle görülmeyen tek bir zerrenin içinde, Allah’ın bir sanat eseri olarak yarattığı TEK BİR PROTEİNİN, Darwinizm’i tümüyle ortadan kaldırdığı, bu büyük aldatmacayı sona erdirdiği, tamamen yerle bir ettiği bir yüzyıl olmuştur. Çaresiz Darwinistlerin bundan sonra hiçbir çırpınışları sonuç vermeyecektir.
]]>De ki: "Allah'ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiçbir destekçi olanı da yoktur. (Sebe Suresi, 22)